Vay Tiền Nhanh. Olay örgüsü Belli bir konu çevresinde var olan birden fazla olayın, sebep-sonuç ilişkisine bağlı bir biçimde oluşturdukları organik bütündür. Olay örgüsünü "eserde nakledilen hadise veya hadiseler zinciri" veya "bir oyunun, hikayenin yahut romanın içinde olan biten her şey" biçiminde de tanımlamak mümkündür. Olay örgüsü, birbiriyle hiç ilgisi olmayan olayların rast gele veya peş peşe sıralanması değil, birden fazla olayın sebep-sonuç içinde organik bir bütün oluşturmasıdır. 'Kral öldü, kraliçe de öldü.' dersek hikaye olur. 'Kral öldü, arkasından kraliçe de öldü.' dersek olay örgüsü olur.Neden sonuç ilgisi var. Bir başka ifadeyle, olay örgüsü, insanın insanla, insanın toplumla, insanın tabiatla, insanın kendisiyle olan mücadelesinden tiyatro ve hikayenin olay örgüsü, çok büyük ölçüde böyle bir çalışmadan doğar. Mücadele veya çatışma , zıt güçler işçi-patron, fakir-zengin, köylü-ağa vb. veya zıt kutuplar iyilik-kötülük, güzellik-çirkinlik, doğruluk-yanlışlık arasında yaşanır. Zıt güç veya kutuplar, çoğunlukla somut varlıklarla insan, tabiat, hayvan temsil edilmekle birlikte, zaman zaman soyut kavramlarla gelenek, töre, iyilik da temsil edilebilirler. Roman ve hikayedeki olaylar da -zaman zaman- kronolojik olabilir. Ancak anlatıcının tercih ve imkanları, bu kronolojiyi çoğu zaman bozabilir. Yani anlatıcı hikayeyi, baştan sona, sondan başa, ortadan sona, ortadan başa, sonra sona doğru anlatabilir. a Tek Zincirli Olay Örgüsü Çok büyük ölçüde tek bir merkezi kişiye bağlı olarak başlayıp gelişen; bu sebeple de dallanıp budaklanmayan olay örgüsü tarzıdır. Romanını, güçlü bir baş kahraman üzerine kurmayı, okuyucunun dikkatini bütünüyle onun üzerinde toplamayı arzulayan yazar, türün temel değeri durumundaki olay örgüsünü de bu kahramana bağlar. Daha çok sergüzeşt/macera türü romanlarda görülen tek zincirli olay örgüsü, okuyucunun olayları daha kolay takip etmesine imkan verir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Peyami Safa;tamamıyla Feride'nin hayatını eksen alan Çalıkuşu Reşat Nuri Güntekin; Ahmet Celal'in Orta Anadolu köylerinden birinde yaşadığı hayatı çevresinde şekillenen Yaban Yakur Kadri Karaosmanoğlu romanları, tek zincirli olay örgüsüne örnektir. b Çok Zincirli Olay Örgüsü Bu tarz olay örgüsü, kendi içinde birden fazla zincirden meydana doğru bir ifadeyle, asıl vak'a zinciri, kendi içinde birden çok dala ayrılır. Anlatıcı, önce dallardan birini, sonra onu bırakarak bir başkasını, daha sonra da onu da bırakarak bir başkasını veya ilkini anlatabilir. Çok zincirli olay örgüsü, masal, halk hikayesi ve romanlarda daha çok görülür. c Helezonik Olay Örgüsü Birden çok vak'a zincirinin iç içe geçmesi söz konusudur. Bir anlamda hikaye içinde hikaye, oyun içinde oyun vardır. Binbir Gece Masalları'nda, Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının Romanı'nda ve Sabahattin Ali'nin Hasan Boğuldu hikayesinde görebiliriz. Tiyatro türü eserlerin bel kemiğini de olay örgüsü oluşturur. Tiyatro ile hikaye ve romanın olay örgüleri arasındaki en büyük farklılık, birinin sahneleme/gösterme, diğerinin anlatma esasına bağlı olması ve bu esasa göre şekillenmesidir. Tiyatro eserinde olaylar hiçbir zaman anlatılmaz. Çünkü anlatıcı yoktur. Üstelik türün aslı niteliği anlatmak değil, sahnelemektir. Tiyatro türü eserlerin olay örgüsü, edebi metin seviyesinde bir hayli siliktir. Söz konusu türün olay örgüsü asıl somut haline, ancak sahnede kavuşur. Tiyatronun olay örgüsü, hayatın doğallığına çok daha yakın olmak durumundadır. Çünkü sahneleme zorunluluğu vardır. Ayrıca tiyatronun olay örgüsü, hikaye ve romana göre, çok daha dar bir mekan ve zaman içinde cereyan eder. 2 ŞAHIS KADROSU Bazı güçlü yazarlar, eserlerinde öylesine mükemmel kahramanlar yaratır; konu ve temayı onunla öylesine özleştirirler ki, akıllarda eserin olay örgüsü, konusu, mekanı, zamanı değil, sadece kahramanı kalır. Don Kişot, Sefiller, Goriot Baba, Mademe Bovary, Suç ve Ceza, Mai ve Siyah, Çalıkuşu, Sinekli Bakkal, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Huzur romanlarını unutulmaz kılan sebeplerin başında, güçlü kahramanları gelmez mi? Pek çok roman ve hikayenin adını doğrudan doğruya kahramanından almasının Felatun Beyle Rakım Efendi, Dürdane Hanım, Zehra, Çalıkuşu, Handan, Nur Baba, Kuyucaklı Yusuf, İnce Memet vb. sebebini bu noktada aramak gerekir. Her türlü konu ve temanın varlık sebebi insandır. Şahıs kadrosu hikaye, roman ve tiyatroda anlatılan/ sahnelenen olayları var eden ve yaşayan insan ve insan hüviyetine büründürülmüş varlıklardır. Ancak insanın dışındaki somut veya soyut, canlı veya cansız varlık hayvan, cin, peri, ejder, ağaç, dağ, ev, vb. veya sembol ve kavramların da şahıs kadrosu içinde yer almaları mümkündür. Kahramanların iki gruba ayrıldığını söylemek gerekir. Bunlardan ilki, düz/yalınkat kahramanlar'dır. Bu kahramanlar, son derece belirgin nitelikleri ile okuyucu karşısına çıkar ve olay örgüsü boyunca herhangi bir değişime uğramazlar. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, her zaman ve her yerde tek bir fikrin veya vasfın sembolüdürler. Felatun Beyle Rakım Efendi'nin her iki kahramanı kendine has bireysel nitelikleri ile değil, herhangi bir sınıfın, grubun veya meslek mensuplarının ortak değer ve niteliklerini şahsında taşıyıp yaşayan tipi, öğrenci tipi, memur tipi, alafranga tipi gibi. İkincisi ise, yuvarlak kahramanlar'dır. Yuvarlak kahramanlar, olay örgüsü boyunca yaşanan gelişmelere göre sürekli değişir; zihnen ve ruhen büyürler. Bu sebeple onların ne zaman ne yapacağı pek belli olmaz. Düz karakterlere göre insan gerçeğine çok daha yakındırlar. Mesela; İntibah 'ın Ali Bey'i , Çalıkuşu'nun Feride'si, Sinekli Bakkal'ın Rabia'sı, birer yuvarlak kahramandır. Çünkü adı geçen kahramanlar, romanın başı ile sonunda aynı değer ve niteliklere sahip değildirler. Yuvarlak kahramanlar da "karakter" i çağrıştırırlar. Karakter; başkalarına benzemekten çok, başkalarından farklılıkları ve sadece kendine has değer ve nitelikleriyle belirginleşen kahramandır. Asıl kahraman, hikaye, roman ve tiyatrodaki olay örgüsünün başlayıp gelişmesi, şu veya bu istikamette şekillenmesindeki en önemli ve birinci derecede rol oynayan kahramandır. Diğer kahramanlar, hep onun etrafında yer alır ve onunla olan ilişkileri ölçüsünde değer kazanırlar. Ayrıca asıl kahraman, eserde ele alınıp işlenen tema ve konunun gerçekleştirilmesi veya vurgulanmasında asıl yükümlü durumundadır. Bunun için ona tematik güç de denilir. Asıl kahramanın karşısında çoğunlukla bir hasım/karşı güç örgüsünün teşekkülünde ihtiyaç duyulan çatışmanın hayat bulabilmesi için böyle bir kahramana ihtiyaç vardır. Genelde okuyucu tarafından pek sevilmeyen bu kahraman, hemen her fırsatta asıl kahramanın karşısına çıkarak onun hedefine ulaşmasını engellemeye çalışır ve onunla çatışmaya girer. İntibah'ta Mehpeyker, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nda hastalık ve Dr. Ragıp, Osmancık'ta tekfurlar, karşı/hasım güçlerdir. İnsan dışı varlıklar tabiat, hastalık veya değerler de gelenek, töre, fakirlik zaman zaman karşı güç işlevini üstlenebilirler. Şu veya bu seviye ve istikamette yardım eden yardımcı kahraman veya kahramanlar da vardır. Hikaye ve romanda anlatıcıya mahkum olan kahramanlar, tiyatroda bütünüyle hürdürler. Başta konuşmaları olmak üzere, tavırları, davranışları, jest ve mimikleri ile kendilerini bizzat kendileri yaratırlar. "tasvir" ve "tahlil"leri, tiyatroda söz konusu değildir. Bazı eserlerde görülen parantez içi çok kabaca dış görünümlerini ve yine parantez içi bazı jest ve mimiklerini vermekle yükümlü ibareler, asıl merinden sayılmaz. Bazılarında -kişiler arası karışıklığı önlemek düşüncesiyle - çok kısa tanıtmalar yapılır. Bazı eserlerde ise, "kostüm"de gerçekçilik endişesiyle biraz daha geniş tanımlara yer verilir. 3 ZAMAN Roman ve hikayede iki farklı zaman söz konusudur. Bunlar; "vak'a zamanı" ve "anlatma zamanı"dır. Tiyatroda sadece anlatma zamanı söz konusudur. a Vak'a Olay Zamanı Roman, tiyatro ve hikayede, olayların başlama noktası ile bitiş noktası arasında geçen zamana vak'a zamanı denir. Masallardaki vak'a zamanı bütünüyle "gerçek" dışı ve muhayyeldir. Destan, menkıbe, efsane, halk hikayesi ve romanlarda ise, bu gerçek dışılık ve muhayyelik -derece derece azalmakla birlikte- varlığını sürdürür. Halbuki modern hikaye ve roman, vak'a zamanı hususunda çok daha gerçeğe yakındır. Vak'a zamanı, her zaman kronolojik değildir. Duruma göre kronoloji kırılarak halden geçmişe dönülebilir geri dönüş tekniği veya halden geleceğe sıçranabilir. Ayrıca zamanın akışında atlamalar, özetlemeler veya genişletmeler yapılabilir. Özellikler kahramanların hayatında fazla önem taşımayan zaman dilimleri, ya atlanır yada kısaca özetlenir. Klasik romanlarda daha çok düz bir çizgi halinde dün-bugün-yarın akıp giden ve büyük bir dilimi beş-on yıl, bir ömür, nesiller kapsayan vak'a zamanı, modern romanda daha karmaşık, daha kompleks ve daha kısadır. Kısa bir "hal" üzerine oturulan romanın olay örgüsü, hatırlama ve bilince dayanılarak sık sık geri dönüşlerle genişletilebilir. Vak'a zamanını kimi zaman çok açık biçimde belirtirken, kimi zaman da birtakım ipuçları yoluyla sezdirilir. b Anlatma Zamanı Tiyatro hariç Anlatma zamanı; roman ve hikayedeki olayları, anlatıcı tarafından görülüp, öğrenilip, yaşanıp, idrak edildikten sonra, kendi tercih ve imkanlarına göre okuyucuya nakledildiği zamandır. Vak'a zamanı olayların oluş zamanı; anlatma zamanı ise, bu olayların anlatılış zamanıdır. Anlatma zamanı, tamamiyle anlatıcıya bağlıdır ve onun anlatma eylemi ile alakalıdır. Vak'a zamanı, eserdeki kahramanlara bağlıdır ve olay örgüsü ile tek bir zaman üzerine kurulur. Çünkü tiyatroda "anlatma zamanı" söz konu değildir. 4 MEKAN Eserde yaşanan olayların sahnesidir. Mekanın ayrıntılı bir tasviri tiyatro hariç bize, o mekanda yaşayan insanın karakteri, sosyal ve kültürel kimliği ile ilgili pek çok ipuçları verir. Ayaşlı ile Kiracıları Memduh Şevket Esendal, Kiralık Konak Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Anayurt Oteli Yusuf Atılgan, İbrahim Efendi Konağı Samiha Ayverdi isimli romanlarda mekan, sadece olayların sahnesi değil, romanın konusu, şahıs kadrosu, vak'a zamanının anlatımı hususunsa ciddi bir simgedir. Edebi metin seviyesindeki tiyatro eserinde mekan, sadece rejisöre yardımcı olmak düşüncesiyle, sahne başlarında en kaba çizgileriyle parantez içine verilir. 1OLAY ÖRGÜSÜ / VAK’A Olay örgüsü Belli bir konu çevresinde var olan birden fazla olayın, sebep-sonuç ilişkisine bağlı bir biçimde oluşturdukları organik bütündür. Olay örgüsünü “eserde nakledilen hadise veya hadiseler zinciri” veya “bir oyunun, hikayenin yahut romanın içinde olan biten her şey” biçiminde de tanımlamak mümkündür. Olay örgüsü, birbiriyle hiç ilgisi olmayan olayların rast gele veya peş peşe sıralanması değil, birden fazla olayın sebep-sonuç içinde organik bir bütün oluşturmasıdır. Kral öldü, kraliçe de öldü.’ dersek hikaye olur. Kral öldü, arkasından kraliçe de öldü.’ dersek olay örgüsü olur.Neden sonuç ilgisi var. Bir başka ifadeyle, olay örgüsü, insanın insanla, insanın toplumla, insanın tabiatla, insanın kendisiyle olan mücadelesinden tiyatro ve hikayenin olay örgüsü, çok büyük ölçüde böyle bir çalışmadan doğar. Mücadele veya çatışma , zıt güçler işçi-patron, fakir-zengin, köylü-ağa vb. veya zıt kutuplar iyilik-kötülük, güzellik-çirkinlik, doğruluk-yanlışlık arasında yaşanır. Zıt güç veya kutuplar, çoğunlukla somut varlıklarla insan, tabiat, hayvan temsil edilmekle birlikte, zaman zaman soyut kavramlarla gelenek, töre, iyilik da temsil edilebilirler. Roman ve hikayedeki olaylar da -zaman zaman- kronolojik olabilir. Ancak anlatıcının tercih ve imkanları, bu kronolojiyi çoğu zaman bozabilir. Yani anlatıcı hikayeyi, baştan sona, sondan başa, ortadan sona, ortadan başa, sonra sona doğru anlatabilir. aTek Zincirli Olay Örgüsü Çok büyük ölçüde tek bir merkezi kişiye bağlı olarak başlayıp gelişen; bu sebeple de dallanıp budaklanmayan olay örgüsü tarzıdır. Romanını, güçlü bir baş kahraman üzerine kurmayı, okuyucunun dikkatini bütünüyle onun üzerinde toplamayı arzulayan yazar, türün temel değeri durumundaki olay örgüsünü de bu kahramana bağlar. Daha çok sergüzeşt/macera türü romanlarda görülen tek zincirli olay örgüsü, okuyucunun olayları daha kolay takip etmesine imkan verir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Peyami Safa;tamamıyla Feride’nin hayatını eksen alan Çalıkuşu Reşat Nuri Güntekin; Ahmet Celal’in Orta Anadolu köylerinden birinde yaşadığı hayatı çevresinde şekillenen Yaban Yakur Kadri Karaosmanoğlu romanları, tek zincirli olay örgüsüne örnektir. bÇok Zincirli Olay Örgüsü Bu tarz olay örgüsü, kendi içinde birden fazla zincirden meydana doğru bir ifadeyle, asıl vak’a zinciri, kendi içinde birden çok dala önce dallardan birini, sonra onu bırakarak bir başkasını, daha sonra da onu da bırakarak bir başkasını veya ilkini anlatabilir. Çok zincirli olay örgüsü, masal, halk hikayesi ve romanlarda daha çok görülür. cHelezonik Olay Örgüsü Birden çok vak’a zincirinin iç içe geçmesi söz konusudur. Bir anlamda hikaye içinde hikaye, oyun içinde oyunvardır. Binbir Gece Masalları’nda, Oğuz Atayın Bir Bilim Adamının Romanı’nda ve Sabahattin Alinin Hasan Boğuldu hikayesinde görebiliriz. Tiyatro türü eserlerin bel kemiğini de olay örgüsü oluşturur. Tiyatro ile hikaye ve romanın olay örgüleri arasındaki en büyük farklılık, birinin sahneleme/gösterme , diğerinin anlatma esasına bağlı olması ve bu esasa göre şekillenmesidir. Tiyatro eserinde olaylar hiçbir zaman anlatılmaz. Çünkü anlatıcı yoktur. Üstelik türün aslı niteliği anlatmak değil, sahnelemektir. Tiyatro türü eserlerin olay örgüsü, edebi metin seviyesinde bir hayli siliktir. Söz konusu türün olay örgüsü asıl somut haline, ancak sahnede kavuşur. Tiyatronun olay örgüsü, hayatın tabiiliğine çok daha yakın olmak durumundadır. Çünkü sahneleme zorunluluğu vardır. Ayrıca tiyatronun olay örgüsü, hikaye ve romana göre, çok daha dar bir mekan ve zaman içinde cereyan eder. 2ŞAHIS KADROSU Bazı güçlü yazarlar, eserlerinde öylesine mükemmel kahramanlar yaratır; konu ve temayı onunla öylesine özleştirirler ki, akıllarda eserin olay örgüsü, konusu, mekanı, zamanı değil, sadece kahramanı kalır. Don Kişot, Sefiller, Goriot Baba, Mademe Bovary, Suç ve Ceza, Mai ve Siyah,Çalıkuşu, Sinekli Bakkal, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Huzurromanlarını unutulmaz kılan sebeplerin başında, güçlü kahramanları gelmez mi? Pek çok roman ve hikayenin adını doğrudan doğruya kahramanından almasının Felatun Beyle Rakım Efendi, Dürdane Hanım, Zehra, Çalıkuşu, Handan, Nur Baba, Kuyucaklı Yusuf, İnce Memet vb. sebebini bu noktada aramak gerekir. Her türlü konu ve temanın varlık sebebi insandır. Şahıs kadrosu hikaye, roman ve tiyatroda anlatılan/ sahnelenen olayları var eden ve yaşayan insan ve insan hüviyetine büründürülmüş varlıklardır. Ancak insanın dışındaki somut veya soyut, canlı veya cansız varlık hayvan, cin, peri, ejder, ağaç, dağ, ev, vb. veya sembol ve kavramların da şahıs kadrosu içinde yer almaları mümkündür. Kahramanların iki gruba ayrıldığını söylemek gerekir. Bunlardan ilki, düz/yalınkat kahramanlar’ kahramanlar, son derece belirgin nitelikleri ile okuyucu karşısına çıkar ve olay örgüsü boyunca herhangi bir değişime uğramazlar. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi ortamda bulunurlarsa bulunsunlar, her zaman ve her yerde tek bir fikrin veya vasfın sembolüdürler. Felatun Beyle Rakım Efendi’nin her iki kahramanı kendine has bireysel nitelikleri ile değil, herhangi bir sınıfın, grubun veya meslek mensuplarının ortak değer ve niteliklerini şahsında taşıyıp yaşayan tipi, öğrenci tipi, memur tipi, alafranga tipi gibi. İkincisi ise, yuvarlak kahramanlar’dır. Yuvarlak kahramanlar, olay örgüsü boyunca yaşanan gelişmelere göre sürekli değişir; zihnen ve ruhen büyürler. Bu sebeple onların ne zaman ne yapacağı pek belli olmaz. Düz karakterlere göre insan gerçeğine çok daha yakındırlar. Mesela; İntibah ’ın Ali Bey’i ,Çalıkuşunun Feride’si, Sinekli Bakkalın Rabia’sı, birer yuvarlak kahramandır. Çünkü adı geçen kahramanlar, romanın başı ile sonunda aynı değer ve niteliklere sahip değildirler. Yuvarlak kahramanlar da “karakter” i çağrıştırırlar. Karakter; başkalarına benzemekten çok, başkalarından farklılıkları ve sadece kendine has değer ve nitelikleriyle belirginleşen kahramandır. Asıl kahraman, hikaye, roman ve tiyatrodaki olay örgüsünün başlayıp gelişmesi, şu veya bu istikamette şekillenmesindeki en önemli ve birinci derecede rol oynayan kahramandır. Diğer kahramanlar, hep onun etrafında yer alır ve onunla olan ilişkileri ölçüsünde değer kazanırlar. Ayrıca asıl kahraman, eserde ele alınıp işlenen tema ve konunun gerçekleştirilmesi veya vurgulanmasında asıl yükümlü durumundadır. Bunun için ona tematik güç de denilir. Asıl kahramanın karşısında çoğunlukla bir hasım/karşı güç örgüsünün teşekkülünde ihtiyaç duyulan çatışmanın hayat bulabilmesi için böyle bir kahramana ihtiyaç vardır. Genelde okuyucu tarafından pek sevilmeyen bu kahraman, hemen her fırsatta asıl kahramanın karşısına çıkarak onun hedefine ulaşmasını engellemeye çalışır ve onunla çatışmaya girer. İntibah’ta Mehpeyker, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda hastalık ve Dr. Ragıp, Osmancık’ta tekfurlar, karşı/hasım güçlerdir. İnsan dışı varlıklar tabiat, hastalık veya değerler de gelenek, töre, fakirlik zaman zaman karşı güç işlevini üstlenebilirler. Şu veya bu seviye ve istikamette yardım eden yardımcı kahraman veya kahramanlar da vardır. Hikaye ve romanda anlatıcıya mahkum olan kahramanlar, tiyatroda bütünüyle hürdürler. Başta konuşmaları olmak üzere, tavırları, davranışları, jest ve mimikleri ile kendilerini bizzat kendileri yaratırlar. “tasvir” ve “tahlil”leri, tiyatroda söz konusu değildir. Bazı eserlerde görülen parantez içi çok kabaca dış görünümlerini ve yine parantez içi bazı jest ve mimiklerini vermekle yükümlü ibareler, asıl merinden sayılmaz. Bazılarında -kişiler arası karışıklığı önlemek düşüncesiyle – çok kısa tanıtmalar yapılır. Bazı eserlerde ise, “kostüm”de gerçekçilik endişesiyle biraz daha geniş tanımlara yer verilir. 3-ZAMAN Roman ve hikayede iki farklı zaman söz konusudur. Bunlar; “vak’a zamanı” ve “anlatma zamanı”dır. Tiyatroda sadece anlatma zamanı söz konusudur. aVak’a Zamanı Roman, tiyatro ve hikayede, olayların başlama noktası ile bitiş noktası arasında geçen zamana vak’a zamanı denir. Masallardaki vak’a zamanı bütünüyle “gerçek” dışı ve muhayyeldir. Destan, menkıbe, efsane, halk hikayesi ve romanlarda ise, bu gerçek dışılık ve muhayyelik -derece derece azalmakla birlikte- varlığını sürdürür. Halbuki modern hikaye ve roman, vak’a zamanı hususunda çok daha gerçeğe yakındır. Vak’a zamanı, her zaman kronolojik değildir. Duruma göre kronoloji kırılarak halden geçmişe dönülebilir geri dönüş tekniği veya halden geleceğe sıçranabilir. Ayrıca zamanın akışında atlamalar, özetlemeler veya genişletmeler yapılabilir. Özellikler kahramanların hayatında fazla önem taşımayan zaman dilimleri, ya atlanır yada kısaca özetlenir. Klasik romanlarda daha çok düz bir çizgi halinde dün-bugün-yarın akıp giden ve büyük bir dilimi beş-on yıl, bir ömür, nesiller kapsayan vak’a zamanı, modern romanda daha karmaşık, daha kompleks ve daha kısadır. Kısa bir “hal” üzerine oturulan romanın olay örgüsü, hatırlama ve bilince dayanılarak sık sık geri dönüşlerle genişletilebilir. Vak’a zamanını kimi zaman çok açık biçimde belirtirken, kimi zaman da birtakım ipuçları yoluyla sezdirilir. bAnlatma Zamanı Tiyatro hariç Anlatma zamanı; roman ve hikayedeki olayları, anlatıcı tarafından görülüp, öğrenilip, yaşanıp, idrak edildikten sonra, kendi tercih ve imkanlarına göre okuyucuya nakledildiği zamandır. Vak’a zamanı olayların oluş zamanı; anlatma zamanı ise, bu olayların anlatılış zamanıdır. Anlatma zamanı, tamamiyle anlatıcıya bağlıdır ve onun anlatma eylemi ile alakalıdır. Vak’a zamanı, eserdeki kahramanlara bağlıdır ve olay örgüsü ile tek bir zaman üzerine kurulur. Çünkü tiyatroda “anlatma zamanı” söz konu değildir. 4- MEKAN Eserde yaşanan olayların sahnesidir. Mekanın ayrıntılı bir tasviri tiyatro hariç bize, o mekanda yaşayan insanın karakteri, sosyal ve kültürel kimliği ile ilgili pek çok ipuçları verir. Ayaşlı ile Kiracıları Memduh Şevket Esendal, Kiralık Konak Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Anayurt Oteli Yusuf Atılgan, İbrahim Efendi Konağı Samiha Ayverdi isimli romanlarda mekan, sadece olayların sahnesi değil, romanın konusu, şahıs kadrosu, vak’a zamanının anlatımı hususunsa ciddi bir simgedir. Edebi metin seviyesindeki tiyatro eserinde mekan, sadece rejisöre yardımcı olmak düşüncesiyle, sahne başlarında en kaba çizgileriyle parantez içine verilir. Yaban Romanı Tahlili Yaban ÖzetBirinci Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiş olarak İstanbul’a dönen Yüzbaşı Celal, işgal altındaki şehrin manzarasına ve insanlarına tahammül edemez, burada boğulur gibi olur. Alabildiğine kötümser bir hava içinde biraz nefes alabilmek için Anadolu’ya sığınmaya karar yer olarak emir eri Mehmet Ali’nin Haymana dolaylarındaki köyünü seçer. yaban incelemesiSeçer ama, Ahmet Celal burada da büyük bir hayal kırıklığı karşılaşır. Köy baştan başa yoksulluk, kirlilik, gerilik ve cahillik içindedir. Köylü ise kendisine bir türlü yaklaşmak, yakınlaşmak istemez. Kendisine çevrenin dilinde “yabancı” demek olan “yaban” adını takarlar. İlişkisi olan birkaç kişi dışında hemen hemen hiç kimse onunla ilgilenmez, dostluk kurmaz. Çolak sakat subayın ısrarla kendilerine yönelme çabasını boşa çıkarırlar. İstiklal Savaşı, bin bir zorluk içinde, fakat tam bir destan niteliğinde devam etmektedir. Ancak köylüler savaşla da ilgili değillerdir. Yüzbaşı Celal, hiç olmazsa bu ulusal konuda onları uyarmak, heyecana getirmek istese de bu da bir sonuç vermez. Köylü, Salih Ağa gibi zorbaların, Şeyh Yusuf gibi tamamen cahil şeyhlerin elinde, pençesinde kıvranmakta, fakat bunun farkında bile olmamaktadır. Yaban romanı özetTek yakını olan emir eri Mehmet Ali, yeniden askere alınınca, Yüzbaşı Celal köyde büsbütün yalnız kalır. Bu sırada Emine adlı, saf, temiz bir köylü kızını sever. Hatta onu ailesinden isterse de ailesi, hem yaban, hem çolak olan Celal’e kızlarını vermezler. Bu durum onun bunalımlarını daha da sırada, düşman ordusu köye yaklaştığı halde halkta hiçbir telaş ve heyecan görülmez. Aksine hemen hemen herkes, rahatlarını bozup, düşmanla savaşan Mustafa Kemal Paşa’ya düşmandır. Evet durum yıllardır cahil bırakılan köylüde vatan, özgürlük kavramı yok olmuş, bunu yerine tam bir uyuşukluk gelmişti. Çünkü yüzyıllar boyu hükumet onlara ne hekim, ne öğretmen yollamış, ama vergi için tahsildarları her zaman karşılarına dikmiş, asker lazım olunca gencecik çocuklarını alıp alıp düşman köye gelir. Fakat ilk anda ortalarda hemen hemen hiç kimseyi bulamaz. Köylüler akıllarınca savunmaya geçmek, için yakınlarındaki bir derenin içine askerleri, savunmasız halkı ite kaka köy meydanına toplar. Büyük küçük herkese akla gelmez işkenceler yapar. Evlere girer, eşya adına ne bulursa yağmalar, köylülerin birçoğunu öldürür, sonra da ortalığı ateşe kurbanlık koyun gibi toplatılıp rastgele işkence yapılan köylüler arasında Emine de bulunmaktadır. Yüzbaşı Celal, sevgisinden bir türlü kutulamadı bu genç kadını o kargaşalık arasında kolundan çekip bir tarafa götürür. Burası oldukça kuytu yıkık bir duvar gibidir. Bir süre burada beklerler, fakat buldukları bu yerde de mermi yağmaya başlayınca koşmaya çalışırlar. Ne var ki bu sırada ikisi de birer kurşun yemiştir. Bir ağaç dibinde birbirlerinin yaralarını üstlerinden kopardıkları çamaşırlarla bağlarlar, biraz dinlenir, tekrar kaçmaya yarası ağır olan Emine’nin artık takati kalmamıştır. Yüzbaşı Celal köye geldiğinden beri tuttuğu hatıra defterini bitkin kadının avuçları içine bırakıp, son bir güçle doğuya doğru yollanıp, ufuklarda kaybolur…Yaban Romanı İncelemesi Videolu AnlatımYaban Romanı İnceleme“Yaban, Karabibik ve Ebubekir Hazım Tepeyran’ın “Küçük Paşa”sından sonra köyü ve köylüleri konu edinen, devrin gerçekçilik düşüncesine uygun olarak yazılan üçüncü eserdir. Ancak konuyu diğer ikisinden farklı olarak tarihi ve sosyal bir problem şeklinde gündeme getirir.”Köylülere göre Ahmet Celal bir yabandır. Konuşması, tavırları, kısacası her şeyi onların tavırları dışındadır. Ahmet Celal, hayatındaki bir takım olumsuzluklardan kurtulmak adına Mehmet Ali’nin köyüne gider. Burada köylülerin arasına karışarak, yenilenmeyi unutmuştur. Ancak daha sonra bunun yazgı olduğunu fark eder. Bu şekilde de Yakup Kadri, konuyu sosyal bir boyut haline getirir. Yargıladığı Türkiye’nin aydın kısımlarıdır. Yaban ile birlikte Yakup Kadri, bu eseriyle düşler ülkesi gibi bir görünüm arz eden köy edebiyatını yıkar. Yaban incelemesiYakup Kadri’nin Yaban adlı eseri, gerçekçilik akımına uygun olan bir eserdir. Emile Zola ve Honore de Balzac’tan etkiler taşıdığı görülmektedir. Eserde özellikle de köylü kahramanların anlatılışında natüralizm akımının izleri de Kadri, kişilerini verirken kaba bir tasvirle verilmez. O ayrıntıları titişzlikle seçer. Anlatılan kişiyi yansıtan en tipik çizgileri kalınlaştırır. Kişilerin dış görünüşlerindeki ayrıntılarından çok kişiliklerinin dışa yansıması olan davranışları belirginleştirir. Yaban tahlili Romanın Ahmet Cemal’in anıları biçiminde yazılmış olması öz biçim uyumunda başarıyı sağlar.“Yakup Kadri, sağlığında romanın dilini sadeleştirmiştir. Bu sadeleşmelerde, eski sözcüklerin yerine yeni ya da daha anlaşılır karşılıkları konulmuştur. Örneğin; “halihamur – haşır neşir, emare – belirti, hırzıcan – dört gözle, levs – pislik, istihale – değişme, hassa – duygu, inhina – kıvrım vb.”Yakup Kadri, romanında “Batı kaynaklı” dediğimiz kelimeleri sıkça kullanır. Bunu ilk basımlarında görmekteyiz, ancak daha sonraları kelimelerin Türkçe karşılıklarını kullandığını görmekteyiz. Örnek olarak ; “klavn – soytarı, bas relief – kabartma, peplas – entari, kask – kasket, trofe – çelenk” gibi“Yaban’da özensiz yazıldığı kanısını uyandıran yada romandan çok “esasal” ya benzetilmesine ve eleştirmenlerin dikkatinin içeriğine çekilmesine neden olan şey belki de Yaban’ın roman türünün en önemli özelliklerinden yoksun görünmesi. Bir olay örgüsü yoktur. Dolayısıyla belli bir gerilime, bir gelişime, bir bütünlüğe de sahip değildir.” Yaban romanında bir takım kültürel unsurlarda bulunmaktadır. Bunlar aile, vatanseverlik, temizlik, namus Türk köy ailesinin en güzel örnekleri mevcuttur. Özellikle Mehmet Ali ve ailesi köy ailesinin tipik örneğidir. Ancak Mehmet Ali’nin ailesinin tuhaf davranışlar sergilemesi, misafirperverlik anlayışına ters kavramı da romanda geniş yer kaplar. Ahmet Celal’in vatanı uğruna bir kolunu feda etmiş olması, düşman işgalini yakından takip etmesi ve Ahmet Celal’in kurtuluşa olan ümidini hiçbir zaman yitirmemesi, vatanseverlik konusu da romanda özellikle vurgulanmıştır. Anadolu köylüsünün temizlikten yoksun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Ahmet Celal, köye geldiği sıralarda köyün ne kadar bakımsız ve pis olduğu abartılarak anlatılmıştır. Porsuk çayının bile pis olduğu bir yer teşkil eden namus unsuru da, olaylar içerisinde geçmektedir. Romanda Süleyman’ın karısının namusunu temizlemek amacıyla Cennet’ten boşanması ve daha sonra tekrar Cennet’le evlenmek istemesi anlatılır. Süleyman’ın başından geçenlerBir defa Cennet’i bulmak için haftalarca köy köy dolaşmış. Sonra bilmem nerede, ikisi de birden rastgelmiş. Cennet, onu önce tanımaz gibi görünmüş ama Süleyman ısrar edince demiş ki“Pekala, pekala ama, bu iş böyle olmaz aramızda geçeni duymayan kalmadı. Senin namusun beş paralık oldu. Şimdi bunun bir çaresi var; beni bir kere boşarsın namusunu temizlersin.” Yaban Romanının incelemesiYaban Romanı Olay Örgüsü⦁ Ahmet Celal’in kurtuluş savaşında kolunu kaybetmesi. ⦁ Kendini yalnız hisseden Ahmet Celal’in emir eri Mehmet Ali’nin köyüne gitmesi. ⦁ Köydeki insanların onun, hal ve hareketlerinin onlara ters gelmesi ve onlara uymamasından dolayı Ahmet Celal’e yaban adını vermesi. ⦁ Ahmet Celal’in bir gün dere kenarında gezerken Emine’yi görmesi ve ona aşık olması. ⦁ Emine’nin emir eri Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in nişanlısı olduğunu öğrenmesi. ⦁ Emine’nin İsmail ile evlenmesi. ⦁ Süleyman’ın karısı Cennet’in eve aşığını alması. ⦁ Köylünün Cennet ve aşığını evde basması ve ikisinin köyden uzaklaşması. ⦁ Yunan ordusunun köye gelmesi ve o zamana kadar köylüleri bir takım konulara inandıramayan Ahmet Celal’in, kahramanca tek başına Yunanlıların karşısına çıkması. ⦁ Bir kenarda saklanan köylülerin Yunanlılar tarafından bulunması ve köy meydanında toplatılması ve aralarında bir çatışmanın meydana gelmesi ve Ahmet Celal’in bu çatışmadan kaçarken, Emine’nin ağır yaralanması ve yürüyememesinin sonucunda, Ahmet Cemal’in günlüğünü Emine’ye bırakıp gitmesi. Yaban Romanı Şahıs KadrosuEserde baş kahraman Ahmet Celal’dir. Mehmet Ali, Salih Ağa, İsmail, Emine Cennet, diğer şahıslar olmakla beraber, bu kişilerin yanında çok az da tanınan kişilerde vardır. Mehmet Ali’nin sert mizaçlı annesi Zeynep Kadın, köylünün dini inançlarını istismar eden Şeyh Yusuf, diğer köylüler gibi milliyet duygusu gelişmeyen, Bekir Çavuş Ahmet Celal’e göre köydeki tek olumlu tipi temsil eden on bir on iki yaşındaki Hasan ile ninesi Emeti Kadını dekoratif unsur olarak diğer kişiler tek yönüyle tanıtılan karakterlerdir. Bu karakterlerin psikolojik derinliklerine inilmez. Bu kişilerin en akla geleni Ahmet Celal’in emir eri Mehmet Ali’dir. Salih Ağa ve muhtar da bu CelalRomanın baş kahramanıdır. I Dünya Savaşın da bir kolunu kaybetmiş yedek subaydır. Bir paşa çocuğudur. Çok karamsar bir yapıya sahip olduğunu görmekteyiz.“Daha otuz beşimize basmadan her şeyin bittiğini işin tamam olduğunu; aşkın arzunun, ümit ve ihtirasın bir daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendimize itiraf etmek; kendi kendimize, bütün mutluluk ve başarı kapılarının kapandığını söylemek ve gelip, burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumaya mahkum olmak.” Böyle mi olacaktı? Böyle mi sanmıştım? Lakin işte böyle oldu ve böyle olması lazımdı?”Köylüler, Ahmet Celal’e yaban adını vermiştir. İlk başlarda buna kızar, ancak daha sonraları bu duruma alışır. Fakat köylülerin kendisine uzak durmasını içine sindiremez. Çünkü köylüye karşı bazı üstün özelliklerinin olduğuna inanmaktadır. “Zira, sağ kolumu, ben onlar için kaybettim.” “Ben Celal Paşa’nın oğlu Ahmet, emir eri Mehmet Ali’nin kardeşi bücür İsmail’i kıskanıyorum.” Ahmet Celal köye ve köylüler bir Türk gözü ile değil, Batılı bir aydının gözü ile bakmaktadır. Yani kendi toplumuna yabancı, kendini Batıya kendi insanından daha yakın gören bir Batı hayranı olarak karşımıza çıkar. “Ah ne ağır, ne sıkıntılı ve ne kadar kaba idi bu düğün! Mutlaka Avrupa’da bir cenaze bundan daha ferahtır”Ahmet Celal, romantik bir yapıya sahiptir. Bunun yanında vatanseverlik özelliği de roman boyunca görülür. Düşmana karşı köylüyü uyandırmak istemesi ve bunda da başarılı olamaması karşısında, düşmanın karşısına tek başına çıkması, onun bu iki özelliğini ortaya çıkarır. “Hayır, hayır artık bir harekette bulunmaya gücüm kalmadı. Burada kalıp öleceğim. Hatta onlar köye geleceği gün, askeri elbiselerimi giyeceğim. Önlerine kılıcımı sürüye sürüye çıkacağım. Ta ki ilk hamlede, süngüleri ile vücudumu delik deşik etsinler diye.”Kısacası, Ahmet Celal, bu romanda kendi toplumuna yabancı, romantik ve bedbin bir tip olarak karşımıza AliÇevre değişikliklerinden çok çabuk etkilenen bir yapısı vardır. I. Dünya Savaşı’nın bitiminde, köye döndükten sonra, davranış ve hareketleriyle tamamen değişmiş ve köylülere uymuştur. “Zaten buraya geldiğimiz günden beri, Mehmet Ali benim hükmümden büsbütün sıyrılmış, tamamıyla asker olmazdan önceki haline dönmüştür” Yaban İncelemesiİsmailMehmet Ali’nin kardeşidir. Soğuk yaradılışlı ve inançlı bir tip olarak karşımıza gelir. Ağabeyi askere gittikten sonra iyice küstahlaşır. Hatta annesine bile el Ağa“Köyün en zengini olmasına karşın, dilenci kılıklı bir tiptir. Çok sinsi ve menfaatperest bir karakteri onun ruh halin, ayaklarının ve ayak baş parmağının hareketleri ile tanıtır.”EmineEmine, Ahmet Celal’in aşık olduğu ve İsmail’in önce sevgilisi, sonrada karısı olan Emine karakter olarak fazla tanıtılmaz. Onu İsmail ile evlenmeden önceki çocuksu hareketleri ile evlendikten sonra olgun bir kadın olarak açısından düşük bir kadındır. Üstelik kurnazdır. Ahmet Celal cenneti romanda şöyle tanıtmaktadır “Cennet, levent gel gelelim kahkahası bol ve keskin bakışlı bir kadındır. Kaşlarını rastık çeker ve ellerine kına yakar. Başka kadınlar gibi erkekten ürküp kaçmaz. Herkesin içinde hatta benim bulunduğum yerlerde bile elini kolunu sallayarak, göğsünü gere gere dolanır. Tarlada çapa çapalarken, evde yemek pişirirken, derede çamaşır yıkarken durmaksızın şarkı çağırır.” Yaban İncelemesiSüleymanKılıbık ve korkak bir yaradılışlı bir tiptir. Onu şu satırlarla daha iyi tanıyoruz “Süleyman bütün manası ile, Türk masallarında ki keloğlan tipidir. İtaatli, kılıbık ve birazda filozoftur, ruhunun sonsuz derinliği vardır. … Onda bitmez tükenmez yolculukların yarattığı sabır, kuşlar, kurlarla düşüp verdiği sadelik, bir yüksek yaşantı haline gelmiştir.” Yaban İncelemesiZeynep KadınMehmet Ali’nin annesidir. Kaderine razı olmuş, ağlamayı bile unutmuş, tarlasının, evinin işlerini tek başına çekip, çeviren gerçek bir Türk anasıdır. Oğlunu, kocasını, askerde savaşlarda yitiren yoksulluk ve acılar içinde ömrünü çalışmakla geçiren Türk kadınını temsil YusufSalih Ağa, köyü ekonomik yönden sömüren bu yönde köylüler üzerinde baskılar kuran olumsuz bir tipleme ise Şeyh Yusuf köylüyü manevi yönden sömüren, bu yönde köylü üzerinde cinsel baskılar oluşturan olumsuz bir tiptir. Son derece cahildir. Dini bilgileri çok basittir. Temizliğe dikkat etmeyen çok pasaklı bir ÇavuşDaha önce askerlik yapmış olduğu için, Ahmet Celal’e öbür köylülerden daha yakındır. Konuşmalarıyla, iyimser ve cahil olması göze çarpar. Düşünce yapısıyla köylülerden farklı olmadığı izlenimini veriyor. Yaban İncelemesiYaban Romanında ZamanYaban’da zaman olarak I. Dünya Savaşı’nın bitiminden 1918 Sakarya Zaferi’nin kazanılışına kadar 1922 olan süre alınır. Romanlarda genel olarak üç türlü zaman kullanımı vardır ⦁ İleriye sıçramalı zaman kullanımı ⦁ Geriye sıçramalı zaman kullanımı ⦁ Kozmik zaman kullanımıYaban’da ileriye sıçramalı zaman kullanılmıştır. Bu süre 1918’den 1922’ye kadar olduğu için ileriye dönük denmiştir. Yaban Romanında MekanRoman, anı biçiminde yazılmıştır. Yazar eserini Kurtuluş Savaşı sıralarında Haymana Ovası’nın ortasında, Porsuk Çayı kıyısındaki bir Anadolu köyüne yerleşen Ahmet Celal’in anı defteri olarak sunar. Köyün adı romanda verilmemektedir. Giriş bölümünde şöyle anlatır. “Garp Cephesi kumandanlığının gönderdiği Tedki-i Mezalim Heyeti’ o viranelerde, taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken bu kitabı teşkil eden yazıları, ortasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde buldu.”Anlatma Problemi Yaban Romanı Dil ve ÜslupYakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ilk eserleri Servet-i Fünun topluluğunun dil anlayışına uygundur. Çok tamlamalı ve süslü yazmıştır. 1915 yılından itibaren Ziya Gökalp’in dilde sadeleşme ilkelerine uygun eserler vermiştir. Yaban da bu anlayışa uygun olarak yazılmıştır. Yaban İncelemesiÜslubuna gelince; Yakup Kadri’nin kendine has bir üslubu mensur şiire yaklaşan anlatımı romanlarında da görmek mümkündür “Fakat benim sürüme ne oldu? Hani adam nerede? Çoban Ankara’nın yalçın kayasının üzerinden sesleniyor, sürüyü toplamaya çalışıyor. Sana selam ey mübarek çoban! Gazan mübarek olsun? Fakat günün birinde sürünü topladığın zaman, ben onun içinde bulunabilecek miyim? Bu köy burada tek başına küflenmekte ve ben, tek başıma göz yaşlarımı içime çekmekte devam edeceğim. Bir türlü kaynaşamayacağız” Yaban’da, yine üslup özelliği olarak sayabileceğimiz bir konu daha vardır. Ahmet Celal, romanın bazı yerlerinde heyecanlanıp,uzun tiradlara başlamaktadır. Buda romanın akışını engellemektedir. “Yazıklar olsun seni vatanı sevmesini bilmeyenlere ey, gamlı ülke! Seni sevip senin sessiz dramın içine gömülüp gitmekten korkup çekenlere! …” Yaban İncelemesiYakup Kadri, 1912 yıllarında Yahya Kemal ile birlikte Nev-Yunanilik akımının öncülüğünü yaparlar. Bu görüşe göre eski Yunan Edebiyatı’nın edebiyattan düşünce tarzından ve felsefesinden faydalanmak gereklidir. Yahya Kemal bu görüşün yanlış olduğunu erken anlayıp bu görüşten vazgeçer. Yakup Kadri ise, bu görüşü bir müddet yaymak istediyse de bunda başarısız oldu. Nev-Yunanilik anlayışının örnekleri onun üslubunu meydana getiren, bir estetik unsuru olarak romanlarında görüldü. Yaban’da bunun örneklerine açıkça bir yerde “Homeros devrindeki kızlara” benzetilirken, bir başka yerde “taştan Diana”ya benzetilmektedir. Emine ise, romanın bir sayfasında Ahmet Celal’in Bergama’da gördüğü bir kadın kabartmasına benzetilmektedir. Yakup Kadri tasvir sanatını ustaca kullanmıştır. “Askerlerin hepsi, toza toprağa bulanmış, derileri güneşten paslı bakıra dönmüş sakalları diken diken uzamış, üst baş perişan bir haldeydi. Tam bir bozgun askeri” Yaban TahliliYukarıdaki cümlede benzetme sanatını da iyi bir şekilde kullandığını sık sık uzun cümleler kullanmıştır. “Onun çok kere küçük boz eşeğin taşıyamadığını en ağır yükleri alnından bir damla ter akmadan, dimdik taşıdığını görmüş ve tarlada saatlerce belini doğrultmaksızın çalıştığına şahit olmuşumdur. ”Yaban’da hayvansal benzetmeler de başvurulmuştur. “Bu köyün insanları her biri kendi yuvasında kunduza dönmüş.”Yazarın buradaki amacı, doğayla insanları bütünleştirmekten çok köylülerin ilkelliğini, iç güdüleriyle yaşayan hayvanlar gibi doğaya yakınlıklarını Romanı YapıRomanın giriş bölümü Çanakkale de aldığı bir kurşunla sağ kolunu kaybeden ve yapayalnız kalan Ahmet Celal’in İstanbul’un işgali ile emir eri Mehmet Ali’nin Porsuk Çayı yöresine gitmesiyle başlar ve Ahmet Celal’in köylü ile tanışmasına kadar sürer. Yaban TahliliGelişme bölümü ise, Ahmet Celal’in köylülerle tanışması onlarla karşı karşıya gelmesinden, Yunan ordusunun köye gelmesine kadar devam ise Yunan ordusunun köye gelişinden, Ahmet Cemal’in anı defterini Emine’ye bırakıp gitmesiyle son bulur. Romanda Ahmet Cemal köylülerin farkına varmaları için geçmesi gereken zamanı beklemeden, aralarında onların arasında bulunmasının hakiki anlamını ve kaybettiği sağ kolunun önemini bilmelerini ister. Ancak köylünün içinde bulunduğu dünya bunun çok ötesinde olduğu için aralarında uyum sağlanamaz. Bunun sonucunda da Ahmet Celal’in temsil ettiği aydın ile Mehmet Ali’nin köyündekilerin temsil ettiği halk arasında büyük bir çatışma meydana gelir. Esas olarak ta bu romanda “adın ile halk arasındaki bu çatışma anlatılmaktadır” Yaban TahliliYaban’daki nesil çatışmaları, aydın-halk çatışmasının gölgesinde kalır. Ahmet Celal’in varlığı; başlangıçta romanın ön planında olan ve kopuk kopuk anlatılan köylülerin dramlarıyla arka planda başlayıp, giderek öne çıkan milli mücadele’yi birbirine bağlar. Aydın ile halk arasındaki anlaşmazlıklarda bundan ileri gelir.”Ancak bu çatışmaların esas sebebi, eski nesillerin halkla ilgilenmemesi olduğu için, bunu da nesil çatışması olarak görmek mümkündür .Bunun sonucunda romanda bulunan çatışmaları, siyaset, aydın halk uyuşmazlığı, ailevi meseleler ve evlilik konularında toplanabilir. Siyasi çatışmada; yeni nesli Ahmet Celal temsil etmektedir. O ruhen büyük mücadeleye bağlıdır. Bundan dolayı İstanbul hükümetiyle siyasi bakımdan ayrılmaktadır. Mütarekenin getirdiklerine boyun eğmemek bunları reddetmek ve karşı koymayı göze almak; siyasi bir çatışmayı doğurmaktadır. “Aydın-halk çatışması da; Ahmet Celal’in köydeki durumundan dolayı kaynaklanmaktadır. Bunun sebebi de önceden beri aydının halka ilgi gösterememesine bağlıdır. Bu kopuklukta yine nesil çatışmalarında ileri gelmektedir.” Yaban TahliliAhmet Celal köye geldiği sıralarda İstanbul işgal altındadır. O kozmopolit bir ortamdan gelmiştir. Ve rahat edebileceğine inandığı Anadolu’ya sığınmak istemiştir. Fakat hayalindeki köyle karşılaşmaz. Eve girişini de “ameliyat masasının başına getirilen, bir hasta gibi teslimiyetle eğildim bir delikten içeri girdim” sözleriyle anlatır” Alevi meseleler ve evlilik konularındaki çatışmalar, romanın asıl üzerinde durulan konunun ortaya çıkması için yer verilen çatışmadır. Bundan dolayı da bu çatışma romanın sonuna kadar gitmez. Yaban TahliliRomanda bu çatışmayı şu şekilde görmekteyiz. Mehmet Ali’nin kardeşi olan İsmail’in ilk başlarda sakin bir yapıda olması, annesi Zeynep Kadının onu bir çok kez dövmesine rağmen ses çıkarmaz. Ancak İsmail, abisi Mehmet Ali’nin askere gitmesinden sonra tamamen değişmiştir. Hatta annesine bile de el konusunda da; Ahmet Celal’in İsmail’in nişanlısına aşık olması Zeynep Kadının zaten olumsuz olan tutumuna onu daha da alevlendirmiş ve annesini “benim yanıma getirmez, istediği yere götürsün.” demesine sebep olmuştur. Ancak İsmail kararlıdır. Ağabeyi Mehmet Ali’nin askerden gelip onu evire çevire dövmesine rağmen bu kararından vazgeçmemiştir ve Emine ile evlenmiştir. Yaban TahliliRomanda ferdi olarak başlayıp, ferd-toplum çatışması şeklini alan, bir başka husus daha vardır. Köyde bulunan Cennet, diğer kadınlara göre çok farklıdır. Kısacası hareketleri çok rahattır. Ahlaki bakımından da kimseye benzemez. Bir gün ahırın kenarında bir adamla yakalanır. Ancak bunu insanlara onun amcasının oğlu olduğunu şeklinde söyler. Kocası Süleyman’ı da bu konuya inandırır. Ve Süleyman bu konuyu kapatır. Ama Süleyman’ın bu adamı sürekli aramasından dolayı Cennet, onu tehdit etmeye başlar ve aşığını eve alır. Bu durum bütün köyü rahatsız eder. Bekir Çavuş’un Cennet’i çeşme başında sıkıştırması, onu aşığını eve alma kararından vazgeçiremez ve ancak Süleyman’dan boşanacağı zaman vazgeçeceğini belirtir. Ancak Süleyman bir türlü vazgeçemez. Sonunda köylüler Cennet’in evini basarlar ve üstüne yürürler. Bu olaydan sonra Cennet aşığıyla köyden uzaklaşır. Süleyman ise kara sevdaya tutulur. Yaban Romanı TemaTema olarak; aydınlar tarafından yüz yıllarca yüzüstü bırakılmış köyü Anadolu’yu, Anadolu insanını bütün çıplaklığı, açıklığı ve sertliğiyle göz önüne seriyor. Bu konuda aydınlarımızı suçluyor yazarımız. Yazar, Anadolu bozkırlarındaki Anadolu insanının feryadını, Türk aydınına, yurt sorumluluğunu anlatmak istiyor. Yaban Tahlili “Yaban” 1932 yılında yazılmış, Anadolu köylüsü ile aydın kesim arasındaki kopukluk ve Kurtuluş Savaşı ele alınmıştır. Roman hatıra defteri şeklinde yazılmış “ben romanı”dır. Bu nedenle otobiyografik özellik taşımaktadır. Realizm akımının etkisiyle yazılan romanın konusu Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da Porsuk Çayı çevresindeki küçük bir köyde geçer. A. Yaban Özet I. Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılan Ahmet Celâl, bu savaşta tek kolunu kaybederek döner. İstanbul, İngilizler tarafından işgal edilince emir eri Mehmet Ali’nin davetine uyarak, onun Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne gider ama aklı sürmekte olan savaştadır. Köyde, her gün gazete getirterek gelişmeleri izler. Fırsat buldukça da köylülere gelişmelerin önemini anlatır. Köy halkı, yoksulluklarının ve cahilliklerinin asıl sebebi olan Salih Ağa’ya bağlıdır; o, ne derse ona inanırlar. Salih Ağa’nın etkisiyle kimse Ahmet Celâl’e yanaşmaz. Köylü ona “yaban” adını takmıştır. Bu duruma üzülen genç subay bunalıma düşer, iyice bunaldığı bir gün gezmeye, hava almaya çıkar; Emine ile karşılaşır, ona ilgi duyar. Ne var ki Emine, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısıdır. Aradan günler geçer. Köy Yunanlar tarafından işgal edilir. Yunanlar köyü yakıp yıkarlar, köylülere işkence ederler. Köylülerin çoğu köy meydanında topluca öldürülür. Ahmet Celâl, Emine ile birlikte bu ölüm çemberinden kaçıp kurtulmak ister. Arkalarından ateş edilir, ikisi de yaralanır. Güçlükle köyün mezarlığına ulaşırlar. Sabaha kadar orada beklerler. Ertesi gün yola çıkacaklardır. Fakat Emine yarası ağır olduğundan yürüyecek durumda değildir. Ahmet Celâl, elindeki anı defterini Emine’nin eline tutuşturur, bilinmeyen bir yöne doğru gider. Sakarya Savaşı’ndan sonra o bölgeden düşman ordularının çekilmesi üzerine, düşman zulmünü araştırmak için köye gelen araştırma kurulu; yıkıntılar, kömürleşmiş insan kemikleri arasında bir defter bulur. Kenarları yanık, ortası yırtık bu defter Ahmet Celal’in anılarını yazdığı ve son anda Emine’ye teslim ettiği defterdir. B. Konu, Ana Düşünce ve Çatışma Konu I. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte Sakarya Savaşı’nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyü, köylüleri, köyün durumu ve Millî Mücadele’ye ilişkin olaylar anlatılmıştır. Ana Düşünce Cehaletin insanların başına çok kötü işler açabileceği ve cahil kalmış insanların sağlıklı düşünemeyeceği vurgulanmıştır. Çatışma Aydın – halk köylü çatışması C. Yaban Olay Örgüsü I. Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybeden Ahmet Celâl’in yalnızlığı ve huzur bulmak için İstanbul’dan ayrılması Ahmet Celâl’in, emir eri Mehmet Ali’nin Haymana Ovası’nda Porsuk Çayı kenarındaki köyüne gelişi Ahmet Celâl’in köylüler tarafından dışlanması, “yaban” olarak tanınması ve bunun sonucunda köylünün dışarıyla olan iletişimsizliğinin ortaya çıkması Ahmet Celâl’in köylüye benzeme çabası ve sonuçsuz kalan girişimleri Ahmet Celâl’in köylü ve düşman güçleri ile çatışma içinde olması Ahmet Celâl’in köylünün yanlış tutumlarından kurtulmak için küçük bir koruluğa yerleşmesi Ahmet Celâl’in Emine’ye âşık olması Köylülerin Millî Mücadele’ye kayıtsız kalması Düşmanların köye yaklaşması ve köylünün ilgisizliği Ahmet Celâl’in, köyü düşmanla savaşmadan teslim eden köylüye isyanı Emeti ninenin torunu Hasan’ın öldürülmesi Düşman askerlerinin köylüyü sömürmesi Köylünün düşman askerleri tarafından tartaklanması ve namusuna göz dikilmesi Köyün ateşe verilmesi Ahmet Celâl’in Emine ile birlikte köyden kaçması Ahmet Celâl’in ve Emine’nin yaralanması Ahmet Celâl’in, ağır yaralı olan Emine’ye defteri bırakarak oradan ayrılması Emine’nin ölmesi D. Mekân Yer Yaban romanında mekân olarak İstanbul dışına çıkılmıştır. Olayların geçtiği köyün adı verilmemiş ama olay, Orta Anadolu’da Porsuk Çayı yakınlarındaki Haymana Ovası’nda bulunan bir köyde geçmektedir. Köy son derece bakımsız, unutulmuş virane bir hâldedir. Ayrıca İstanbul, Ankara, Eskişehir, İzmir, Anadolu şehirleri gibi gerçek mekânlardan da söz edilmektedir. E. Zaman Romanda kronolojik bir zaman dilimi kullanılmış, olaylar birbirini takip etmiştir. Roman 1932 yılında kaleme alınmış fakat romanda I. Dünya Savaşı’nın bitiminden 1918 Sakarya Zaferi’nin kazanılmasına kadar 1922 olan süre anlatılmıştır. Yazar eserini Kurtuluş Savaşı sırasında, Haymana Ovası’nın Porsuk Çayı kıyısındaki bir Anadolu köyüne yerleşen Ahmet Celal’in anı defteri biçiminde kaleme alınmıştır. F. Kişiler Romanda üç önemli tip üzerinde durulmuştur Aydın sınıfı temsil eden Ahmet Celâl, din adamlarını temsil eden Şeyh Yusuf ve köy ağasını zengini temsil eden Salih Ağa. Ahmet Celâl Romanın başkahramanıdır. I. Dünya Savaşı’nda kolunu yitirmiştir. Yaşamaya küskün, karamsar bir şehirlidir. Köylüler ile olumlu ilişkiler kuramayan, gerçekçi olmasına karşın gerçekler karşısında şaşkına dönen bir tiptir. İdealist düşüncelere sahiptir. Olaylara ve köy gerçeğine karamsar gözle bakar ve köylünün durumundan Türk aydınını sorumlu tutar. Mehmet Ali Ahmet Celal’in emir eridir. Savaş sonrası köyüne dönmüştür. Ahmet Celâl’e saygı duymasına rağmen yine de köyüne ve köy geleneklerine bağlıdır. Köylüler gibi düşünür. Kaderine rıza göstermiş bir tiptir. Salih Ağa Köyün en zengin adamlarındandır. Fakat kılık kıyafeti ile bir dilenci gibidir. Bütün köy halkını nüfuzu altına almıştır. Köylüye kendini akıllı olarak tanıtmıştır. Onlara borç vererek kendine bağlı kalmalarını sağlamakta ve onları sömürmektedir. Son derece çıkarcı, acımasız ve yalancıdır. Köylü üzerinde kurduğu baskılar nedeniyle köyün ekonomisine yön vermektedir. Şeyh Yusuf Salih Ağa köyü ekonomik yönden sömürürken Şeyh Yusuf da köylüyü manevi yönden sömüren, bu yönde köylü üzerinde dinsel baskılar oluşturan olumsuz bir tiptir. Son derece cahildir. Dinî bilgileri çok basittir. Temizliğe dikkat etmeyen, pasaklı bir adamdır. Zeynep Kadın Mehmet Ali’nin annesidir. Kaderine razı olmuş, acılar karşısında ağlamayı bile unutmuş, tarlasının, evinin işlerini tek başına çekip çeviren gerçek bir Türk anasıdır. Oğlunu, kocasını askerde, savaşlarda yitiren, yoksulluk ve acılar içinde ömrünü çalışmakla geçiren Türk kadınını temsil eder. Emine Romanda ağırlığını koyan ikinci kadındır. Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısıdır. Ahmet Celal’in ilgi duyduğu tek kadındır. Emine de Zeynep Kadın gibi olaylar karşısında edilgen bir yapıya sahiptir. Erkeklerin kurduğu köy dünyasında erkeklerin güdümünde sessizce yaşamaktadır. Yunan birliğinin öldürme ve kıyım eylemlerinden korkarak sonunda Ahmet Celal ile kaçar. Yardımcı Kahramanlar Ana tiplerin yanında yardımcı kişiler de vardır. Bunlar; Emeti Kadın, Hasan, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail, Bekir Çavuş’tur. Romanda bu kişiler üzerinde fazla durulmamıştır. "Yalnızız" Romanının Tahlili ve Ruh-Beden Çatışması Üç bölümden müteşekkil bir eserdir. Romanın olay örgüsü üç ana bölümden oluşur. Bu bölümlerin ilkinde düğümler atılmaya başlanır. Roman Mefharet’in, Selmin’in hamile olup olmaması konusunda şüpheleri ile başlar. Birinci bölümde, Mefharetin kızı olan Selmin annesine ve dayılarına karşı oyunlar oynar, çeşitli dolaplar çevirir. Onlara adını söylemediği bir erkek ile gayr-ı meşru ilişkide bulunduğunu söyler ki hepsi baştan beri bir yalanın mahsülüdür. Fransa'ya gidecek ve orada çocuğunu doğuracaktır güya . Selmin'in bu oyunları ve baba adayını söylememesi üzerine annesi Mefharet fenalıklar geçirir ve o erkeğin kim olduğunu öğrenmeye çalışır. Fakat bunu bir türlü öğrenemeyince, çeşitli olayların da etkisiyle kendi kardeşi, Selmin'in dayısı ve romanın başkahramanı Samim'den şüphelenir. Mefharet bir ara küçük kardeşi Besim ile beraber Samim'in odasına girip onun hatıra defterini okurlar. Samim bu defterde “Simerenya” adında- kurduğu hayali bir dünyadan ve aşkındanMerale olan aşkı bahsediyordur. Mefharet bu kişinin kızı Selmin olduğu düşüncesinde diretir, çok yakın bir akraba olduğunu söyler .Ancak bu yakınlık selmin-Ferhat ile olan aile bağı şeklindeki bir yakınlıktır . Besim ise öyle olmadığına ablasını inandırmaya çalışır; ancak o da emin değildir. Simerenya’da bahsettiği kızın Selmin değil de Meral olduğunu uzunca bir süre bilemeyeceklerdir de zaten. Selmin’in tüm bunları yapmasının nedeni Mefharet’in baskıcı tutumundan bunalması, özgür bir kız olduğunu hissettirmek istemesi ve annesinin nişanlısı Ferhad’a olan tutumunu yanlış bulmasıydı. Sonunda Selmin'in amacına ulaşmak için nişanlısı ile birlikte kendilerine bir oyun oynadığınıSamim bunu sonunda sezer ve Samim'in sevgilisinin de kızı yaşında biri olduğunu anlarlar. İkinci bölümde Samim ile Meral'in aşkı anlatılmaktadır. ikinci bölüm için felsefî bir alt yapı bahsedilen düğümlerin karakterler üzerindeki etkilerini anlatılır. Samim, Meral'i sevmekte, hep onu düşünmektedir. Meral ise Samim'den gizli oyunlar ve kirli ilişkiler içinde bulunmaktadır. Ayrıca Meral,Feriha isimli ; okul sıralarında iken barlara düşmüş ve sonra da kendisinden çok yaşlı bir adamla Fransa'ya gitmiş bir arkadaşına özenmekte, onun fikirlerini ve hareketlerini doğru bulmaktadır. Abisi ve Samim'in o kadınla görüşmesini yasaklamalarına rağmen yine onun yanına gidip, onunla beraber Fransa'ya gitme planları kurmaktadır. Sonunda Samim, Meral'in oynadığı oyunları anlar ve onu terk eder. Üçüncü bölümde atılan düğümlerin yarattığı gerilim doruk noktasına ulaşır. Olaylar karakterlerin bakış açılarıyla ortaya Fransa'ya gidip, Feriha'nın yaptığı gibi yaşlı bir adamla evlenmek için pasaport işlemlerine başlamıştır. Bunu öğrenen abisi Ferhat, kesinlikle izin vermeyeceğini, böyle yaptığı takdirde zaten hasta olan babasının daha kötüleşmesine sebep olacağını ve aile şereflerini düşüreceğini söyler. Gitmemesi için başına gözcü dikip hep onu gözetleyeceğini belirtir. Bunun üzerine Meral o gece evden kaçma kararı alır. Hazırlanıp çıkmak üzereyken kapının kilitli olduğunu görür; anahtarı da bulamaz. Kapıyı açmaya çalışırken gürültüsüne abisi uyanır ve onu odasına kilitler. Odasında sıkıntıdan içmek istediği sigarasını yakmak isterken bir kaza sonucuGaz şişesini arar, bulur ve çakmağa gaz doldurur. Ancak gaz biraz taşar, çakmağın dışına ve ellerine bulaşır. O acıyla çakmağı elinden fırlatıp eteğinin üzerine düşüren meral, fazla hareket edince bacaklarının arasındaki şişeyi de devirir. çarşafı tutuşur ve Meral yanarak korkunç bir şekilde ölür. Böylece romanın sonunda Meral’in ikinci kişiliği ön plâna çıkacaktır. Ancak bu ikinci kişilik yanarak can verecektir. Bu olayın gerçekleştiği saatlerde, Meral'in annesi, aynı zamanda da Samim'in eski metresi olan ve Meral'in babasıyla ayrılmış olduklarından dolayı başka bir evde Meral'in dadısıyla birlikte yaşayan Necile, dadı ile beraber tuhaf ruh halleri içinde Meral'in ölümünü hissetmektedirler. Meral'in evine telefon ettiklerinde onun öldüğünü öğrenirler. Korktuklarından dolayı Samim'i yanlarına çağırırlar. Samim geldiğinde Necile'yi kalp spazmı geçirerek ölmüş halde bulur. Ve Roman, iki kişinin farklı yerlerde ve yalnız ölmeleri ile Samim’in kendi yalnızlığı içinde sona erer. v Böylece, gece vakti başlayan olaylar bir sabah vakti çözüme ulaşır. Güneşin doğması ile yalansız ve Meral’siz bir dünya daha doğar. v Meral’in ölüm nedeni olarak “ruh ve bedeninin çarpışması” ve bu karşılaşmadan kurtulamama belirtilebilir. Meral’in defterinden son bir not “Biz, hepimiz sadece kendimizi düşündüğümüz için yalnızız ve yalnız kalacağız.” MEKÂN Olay, İstanbul Yeşilköy’de bir köşkte cereyan etmeye başlar. En büyük mekân unsuru bu köşktür. Ütopik bir yer olarak Simeranya da ütopik bir mekandır. Anlatıcı Romanda anlatıcı birinci ve üçüncü kişilerdir. Samim ütopyasını anlatırken birinci anlatıcı kullanılmıştır. Romanda, bilinç akışı tekniği ve iç monolog harikulâde bir şekilde verilmiştir. Romanda kullanılan bir diğer teknik montaj tekniğidir. Bu fikirleri romanda çoğu zaman kendi muhayyilesinde tekrar yorumlayarak esere yansıtır. Romanın Ana Problemi Yalnızız temelde ruh mu beden mi? sorusunun yanıtını arayan ve insanlık için bir çözüm öneren bir romandır. Bu çözüm, yazarın ütopya düşüncesiyle somutlaştırmaya çalıştığı Simeranya’dır. Doğu-Batı çatışması, 1939 sonrasında insan ruhunun açmazlarına ve daha sonraları bu sorunsalın temelinde yattığına inandığı ruh-beden hesaplaşmasına dönüşmüştür. Zaman Olaylar İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçmektedir. İnsanlar arasındaki güvensizlik ve ilişki kopukluğunu, yalnızlığı, insanın kendi kendisine yabancılaşmasını; ancak yakın zamanda yaşanan büyük savaşın tesiriyle izah etmek mümkündür. Yalnızız’da öykü zamanı, toplam 26 günlük bir süredir. Zaman akışında dikkat çeken bir diğer nokta, tüm gerilimin çözüme kavuştuğu son bölümdür.283-365 KONU Manevî değerlerin zayıflaması sonucunda, insanın içine sürükleneceği açmazın, materyalist yaklaşımlarla çözümlenemeyeceği gerçeğini kabule yanaşmayanların, eninde sonunda yalnızlığa düşüp hüsrana uğrayacağı gerçeğini konu edinir. Romanda reel hayatın gerçekliklerinden bir kaçış söz konusudur KİTABIN ANA FİKRİ İnsanlar dertlerini paylaşmalı, yalnız başlarına sıkıntılarını içlerine atarak sıkılmamalı, düşüncelerini açıkça söyleyebilmelidir. Günümüzde insanın bütün problemlerinin temelinde kendi ruhunu keşfedememesi yatar. Bunu yapabildiğimiz takdirde yaşamımız anlam kazanacaktır. Olaylar kişinin kendi ruhunu tanıyamaması sonucunda gelişen karamsarlık ve çıkmazlar üzerine gelişmektedir Bana göre kitap kendimizi tanımamıza yardımcı oluyor ve içinde bulunduğumuz zor durumlarda yapmamız gerekenleri bize öğretiyor. v İlerleyen teknoloji ve değişen insan ilişkileri kent yaşamında bireyi yalnızlığa iter. Kendisini değişen toplumun ahlâk kurallarına ve yapısına yabancı hissetmeye başlayan birey, yaşadığı mekânı değiştirme yolunu seçebilir. İşte bu aşamada Meral ve arkadaşlarınca soyut mekân olarak Paris, Samim tarafından da ütopik bir yer olarak Simeranya gündeme gelir. v Peyami Safa'nın Yalnızız adlı romanında Simeranya, ütopyaların gerçek olduğu düşsel bir ülkedir. v Peyami Safa, bu eserinde insanlığı, materyalizmin kör çemberini kırmaya, kendini kaybettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah'ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükûn bulamayacaktır. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ 1-Safa’nın romanlarında karakterler genelde bir ideolojik görüşü ya da hayat karşısında takınılan bir tutumu temsil eder/savunur. Yalnızız romanında ise karakterler madde ve ruhu, kültürel yapı olarak ise Batı ve Doğuyu temsil ederler.Doğu ve Batı çatışması. Samim ve Besim bu iki hayat görüşünün temsilcileridir. Samim Doğu’yu, Besim ise Batı’yı temsil eder. İki görüş yani simgesel olarak iki kişi romanın başından sonuna kadar çeşitli konularda fikir münakaşaları yaşarlar ve genelde münakaşalardan Besim yani Doğu kazanır. Esasen tartışmalar kazanmak üzere değil de bir fikri sunmak üzere yapılır. Neticede de Besim yani Peyami Safa düşüncelerini bir şekilde sunmuş olurlar. Besim çatışma için tetikleyici unsurdur. Besim olmadan Samim’in varlığından söz edilemez. Her şey zıddı ile vâkidir. Bir fikir de ancak zıddı ile mevcuttur. Besim’deki maddecilik, batıcılık olmadan Samim’in ruhçuluğu ve doğuculuğu olamaz. Maddeci, pozitivist dünyanın akla haddinden fazla önem vermesi, insanın maneviyatını, metafiziği yok sayması Samim için acı bir durumdur. Çünkü Samim, bütün dertlerin ve sıkıntıların insanın metafizikten yoksun olmasından, Allah’ı bilmediğinden kaynaklandığını savunur. Sıkıntıların, üzüntülerin ve hastalıkların temelinde onun için ruh yatar. Dolayısıyla hastalanan insan ancak ruhu tedavi edilirse iyileşmiş demektir. Dönemin gerçekçi yapısında böyle bir şey mümkün olmadığı için Samim tüm bu ruhçu bakış açısıyla tespit ettiği tedavi metodlarını “Simeranya” isimli bir defterde toplar. Bu defter bir süre sonra onun için bir devletçik modeli olur.Yani bir ütopyadır.Romanın her safhasında Simeranya’dan bahseder Samim ve sürekli yazar. Gerçek hayatın sıkıntılarından kaçmak istediği zaman Simeranya’da bulur kendini. Üçlü gelgitlerüç ayrı mekân- üç ayrı şahıs çatışması ile romanın öyküsü ilerletilir. 2. ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ Romanda şahıs kadrosu simgeselleşmiştir. Kişiler bir hayat görüşünü, bir fikri ya da bir ideolojiyi yansıtırlar. Samim Doğu’yu, Besim ise Batı’yı temsil da tereddüdü simgeler. v Samim =>Başkahramandır. Selmin’in dayısı, Mefharet Hanımın kardeşidir. Meral’i sevmektedir ancak daha sonra ayrılırlar. Samim Selmin için cemiyeti temsil eden birisidir. Samim Necile’yi, Necile’nin kızı Meral’den daha çok sevmiştir. Samim tüm roman boyunca şüphesiz bütün olayların öyle ya da böyle merkezindedir. Samim’i çıkardığımız zaman romanda büyük bir boşluk olacaktır ve romanın bütün halkalarını birbirine bağlayan büyük halka yok olacaktır. v Samim lügatte,”Öz, asıl, iç, gönül “anlamlarına gelmektedir. Peyami Safa’ya göre Doğu; iç, öz, asıl olandır. Safa’nın değerlerini savunan, Samim’dir Samim ona göre içtedir, iç’e aittir; öz’dür. Kendinden olandır. “Samim” adı altında verilen bu yeni insan tipinin tekâmül evrelerini tamamlamış ve neredeyse mükemmel bir ruh yapısı vardır.“Samim”, ruh ve bedenin ideal ortaklığından doğan yeni insan tipini temsil eder. Samim, romanda yer alan olaylarda devamlı belirleyici ve seyri tayin edici bir konumdadır. Bu noktada, Samim’in öğretici / ders veren bir kişilik olduğu söylenebilir. v Samim, orta yaşlarda, kendine özgü felsefesi ve dünya görüşü olan aydın bir kişidir. Sentezci bir aydındır. Okumuş, tecrübeli ve bilgili birisidir. Zekâsı, vak’aları neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirmesi, ince dikkati sayesinde çözüme ulaşmayı bilen bir yapıya sahiptir. Maddî durumu iyi olmasına rağmen, çalışmayı seven birisidir. Görünüşü, oturması, kalkması, konuşması ile tam bir entelektüel tipidir. Çirkinliklerle dolu olan bu dünyaya karşı mutluluğun, güzelliğin ve doğruluğun oluşturduğu bir dünya yaratır kendi kafasında ve bu dünyaya Simeranya adını verir. Aydınlanma çağı bilim ve düşünce anlayışının metafiziği, ruhî ve manevî değerleri silip atan pozitivistlere ve materyalistlere karşı duran Samim, ruh ve beden bütünlüğünü en iyi derecede kuran sentezci bir aydındır. Manevî değerleri temsil ettiği için fizikî özellikleri pek vurgulanmamıştır. Ruha önem vermesi ile paralellik gösteren şüpheci ve dikkatli bir tavrı vardır. Romanın sonuna doğru Samim, hem çevresinden hem de Meral’den nefret eden bir konuma gelir. Nedeni ise Samim’in yalana karşı tavrı ve gerçeklik arayışıdır. v Feriha Okul sıralarında iken barlara düşmüş ve sonra da kendisinden çok yaşlı bir adamla Fransa'ya gitmiş bir kızdır ve Meral de ona özenmektedir. Genç yaşta Nusret ile evlenmeden metres hayatı yaşayarak Paris’e yerleşen bir kişidir. Aslında Feriha romanda bir nihilist tiptir. Çünkü yazarın gözünde Feriha’nın pek bir değeri yoktur. v Ferhat Selmin’in nişanlısıdır. Meral’in de abisidir, Samim’e karşı tavır alır. Ferhat kendi fikrî durumları adına kız kardeşi Meral’i Samim’e karşı olumsuz bir şekilde yönlendirir. Besim gibi eğlenceye düşkün maddi yaşamı tercih eden birisidir. v Selmin Mefharet hanımın kızıdır. Asi bir kişiliğe sahiptir. Selmin, kelime anlamı itibariyle barış yanlısı, barış ve sevgi duygusu ile dolu anlamlarına gelmektedir. Selmin romanın başında bizde geçimsiz, olumsuz bir tip olarak gösterilse de dayısı Samim ile olan antlaşması onun aslında anlaşma taraftarı birisi olduğunu bize gösterir. Yani Selmin mantığının elverdiği şeyleri uzlaşmacı bir yapı ile yapan kişidir. Karakteri ile ismi arasında sıkı bir bağ vardır. Annesi ve dayılarına karşı, Ferhat ile evlenmek için oyunlar oynar. Hamilelik rolü de bunlardan biridir. Selmin, güzel, çekici, özgürlüğünü arayan bir kızdır. Selmin’in tüm maceraları annesi etrafında gelişmektedir. Selmin annesinin baskıcı ve şüpheci tutumundan bıkmış ve ona artık büyüdüğünü göstermek için çok ciddi oyunlar oynayan bir kızdır. v Besim “güler yüzlü, güleç adam “kavramlarına karşılık gelir, olaylara sıradan, gülerek ve alaycı bir yaklaşım sergiler. Samim ve Mefharet’in kardeşidir. Samim’in simeranyasına hayranlık tetikleyici unsur, hasım veya karşı güçtür. Midesine düşkündür, bu da onun için maddi değerlerin ne kadar üstün olduğunu gösterir. Batının materyalist unsurları Besim’e yüklenmiştir. Besim’in fikirleri iyi incelenmiş ve irdelenmiştir. Bu da Samim’in fikirleri ile Besim’in fikirlerini nasıl kıyaslamamız gerektiğini göstermiştir bize. Açık sözlü birisidir. v Necile Meral’in ve Ferhat’ın annesidir. Kocasından ayrılmış ve ailesinden ayrı bir evde yaşamaktadır. Samim’in Necile ile birlikteliği romanın sonlarında anlatılmıştır. Bir ihtimal var ki, Meral Samim’in Paris aşkı ve Samim aşkı onun geri kalan hayatını yalnız geçirmesine neden olacaktır. Kızı ile paralel bir yaşam gösterir. Ve kızının öldüğü gece o da can vermiştir. v Meral Meral, geyik demektir ve ürkekliği Selmin’in okuldan arkadaşıdır. Aynı zamanda Samim’in eski sevgilisi olan Necile’nin de kızıdır. Samim’in sevgilisidir. Samim Meral’i iki kişilikli bir insan olarak tahlil etmiştir . Maddeye bağlı bir kişidir Meral. Meral, Feriha’ya hayranlık duymuştur ve onun gibi yurt dışına gitmek için çırpınırken evde yanarak ölmüştür. v Mefharet Mefharet kelimesi , övünme, övünmeyi gerektiren şey anlamında kullanılmaktadır. Romanda Mefharet’in paşa torunu olması ve Arnavut olması ile övünmesi bu sembolizasyonu tamamlayan zaman duyguları ile hareket eden, heyecanlı ve küçük meseleleri büyülten bir kadın tipidir. Mefharet’in romandaki asıl varlığı şüpheciliği etrafında toplanmıştır. Mefharet kendi muhayyilesinde kendisi için boşluklar açar ve bu boşluklara üzülür. Kızının hamile olmadığını bilmek onun için iyi bir şey olması gerekirken onun yine üzülmesine neden olmuştur. Olayları oluş anı ile eş zamanlı öğrenmek ister ve bu konuda pervasızca davranacak kadar meraklıdır. v Hasibe, evin hizmetçisidir. v Nail Bey, Osmanlıca konuşmayı seven, mülayim bir adamdır. Hayat karşısında realisttir. Gerçekleri kabul eder ancak bu kabul etme onun mizacında olumsuz etkiler bırakmıştır. Doğulu kesimi temsil eder. v İsim sembolizasyonuna dikkat edildiğinde de görülecektir ki Samim’in hayatta en büyük derdi “samimiyet”tir. Kardeşi Besim’in de tek derdi “beslenmektir. GENEL HATLARI İLE YALNIZIZ ROMANI sorunu Selmin nişanlısından uzun zamandır ayrıdır ve bunun nedeni annesini Ferhat’la Arnavutluk yüzünden tartışması ile dayısı Samim’in Ferhat hakkındaki olumsuz düşüncelerinden hareketle Ferhat’ karşı bir tavır içerisine girmesidir. Bunun üzerine Selmin hamilelik rolünü oynar ve çocuğun kimden olduğunu söylemez; böylece Mefharet hanım ile Besim çocuğun babasını bulmaya çalışırlar ve olaylar böylece gelişir. Değerler-anahtar kavramlar Ø TereddütRomanın ilerleyen safhalarında Samim’in Meral’de iki farklı kişilik tespit etmesi ve bu iki farklı kişiliğin birbiri ile sürekli mücadele içinde oluşu kitapta dikkati çeken unsurlardan birisidir. Bu ikilik Meral’in romandaki vasfını belirler. Meral’in romandaki vasfı, Tereddüttür. Samim ile Paris arasında kalması bu tereddütünün bir Tereddüt noktalarından bir başkası ise cemiyetin varlığını Meral’de karşılayan babası Nail Bey’dir. Ø Hayranlık Samim’e göre asıl hayran olunan Paris değildir. Paris’in bir önemi yoktur ve Paris sadece bir semboldür Meral için. Bu hayranlığın temelinde farklı şeyler yatmaktadır. Bunlar da Ø 1. Bütün şanları denemek imkânı veren bir hürriyete kavuşmak arzusu, Kendi kendisinin tam ölçüsünü bulma arzusu, Kendi kendisini değiştirme arzusu,Muhitini değiştirme arzusu,İnsan temaslarını zenginleştirmek arzusu, Tecrübelerini zenginleştirmek arzusu Hâdise olarak,Kireçlenmiş itiyatları kırıp yeninin meçhulüne yönelen ruhta yaratıcı hamlelere serbest zemin hazırlamak arzusu,En son haddinde iyi giyinip güzelliğinin âzamisini kendi kendinin hayranlığına arzetmek arzusu narsisizm.Başkalarının hayranlığını son haddine vardırmak arzusu,Kendi nefsine karşı bir şahsiyet ve irade zaferi kazanıp aşağılık duygusundan kurtulmak arzusu,Bu zaferi başkalarına da göstermek arzusu, Ø Ahlaki değerler çatışması Cemiyet Feriha’yı sevmez. Çünkü Feriha babası yaşında bir adamın sırf parası için metresi olmuş ve Paris’e gitmiştir. Ahlâki değerler ise buna karşı çıkmaktadır. Ø Çatışma Maneviyat – maddiyat; doğu – batı çatışması. Meral-Samim, Mefharet-Ferhat ve Samim-Mefharet çatışmalarının ana konusu da yine bu maddeci-maneviyatçı çatışma eksenidir. Ø Şüphecilik Ahlâk kurallarını da aşacak boyutta bir şüpheciliktir. Ø Kimlik Karmaşasıİki kişilikli bir hayat sürdürme vardır romanda. Ø MaddecilikMananın değerini kaybettiği yahut değerinin hakkıyla anlaşılamaması insanları materyalist olmaya yöneltiyor. Ø Samim tipine getirilen bir eleştiri Edebiyatımızda bir benzeri yoktur. Üstat, daha önce kaleme aldığı romanlarında görülen buhranlı, bunalımlı, yozlaşmış tiplerden Samim tipine ulaşmıştır. Bu olgunluk devri olanyalnızız gibi Samim de olgunlaşmış bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Kahramanımıza yazarın fikri planda bir temsilcisi gözü ile bakmamız mümkündür. Yeni bir dünya kurmak hülyasıyla yaşayan bu fikir adamı erkeklerin en kuvvetlisi, her romanda Peyami Safa’nın dünya görüşlerini temsil eden birisidir. Ø Neden Simeranya Samim dilinden ifade edeyim“[O] bir memleket, Simeranya, dünyada olmayan bir yer. Benim icadım. Sıkıldım mı, kendimi oraya atarım. Simeranya’da yalan yoktur. İnsanlar gölgelerdir. Konuşmadan anlaşırlar. Birbirlerinden hiç bir şey saklamazlar.”der. Ø Samim’in “Simeranya” adlı ütopyası anlatılırken üçüncü kişi yerine birinci kişi anlatıcı vardır. Bu değişimin nedenini yazarın tarafsız kalma çabasında aramak gerekir. adresinden alıntıdır.

yaban romanının olay örgüsü kısaca