olay TAKSTAR GALAKTİKA: İnsan degilsiniz insan olan , iki kadeh içtikten sonra gel bizim eve gidelim demez . Karşısındakine saygı duyuyorsa , yanlış anlaşılmalara sebep verecek davranışlardan kaçınır. Yalnız kalmaz evine kadar refakat eder. kocasına haber verir. veya başka arkadaşları da birlikte görüntü verir daha Makinaya bağlı yaşamlarımız. Tarih: 01/06/2014 | Yazar: M. Serdar Kuzuloğlu. Hayatımın iş anlamında en yoğun aylarından biri Türkiye’nin normalleşmeye ihtimal bile vermeyen gündemiyle birleşince bloga neredeyse bir ay ara verdim. Öncelikle peşinen, samimi bir özür. LevNikolayeviç Tolstoy'un "İnsan ne ile yaşar" adlı eserinden "insana ne kadar toprak lazım" bölümü sesli kitap Bu eser, Milli Eğitim Bakanlığı'nın yayınlad Temel prensipler Kedilerin cezayı anlamadığı, farkına varacağınız ilk şeydir. İyi davranışın teşvik edilmesi çok daha etkilidir. Karışık gibi mi geliyor? Üç kuralı aklınızdan hiç çıkarmayın - saygı, pekiştirme ve ödül. Haydi saygısını kazanın. Bir 'kedi dostu' olduğunuzu gösterecek şekilde davranmanız Ne güzeldir sevgi enerjisini anlamak. Sevgi enerjisini yaşayabilmek için; ne kadar fakir olduğunun, ne kadar zengin olduğunun, ne kadar iyi hayat ya da kötü hayat yaşadığının hiçbir önemi yoktur bu dünyada. İnsan, sahip olduğu beden ile, kullanmaya çalıştığı farklı duygular ile yaşamaya çalışır. Vay Tiền Nhanh. Mesude ERŞANOluşturulma Tarihi Eylül 20, 2009 0000Yoğun bakım üniteleri için tıbbi Araf benzetmesi yapmak mümkün. Yaşamla ölüm arasında gider gelir buranın hastaları. Organlarının görevini çok kere gelişmiş makineler üstlenir. Buralarda çalışmak ne doktor ne de hemşire için kolay. Hastalarını yaşamda tutmak için Azrail’le rekabet ölümün kıyısında dolaşırken, yakınları ünitenin kapısında doktorların ağzından çıkacak, yüzlerini güldürecek sözleri duymak için günlerce, haftalarca endişe ve umutla bekler. Yoğun Bakım Uzmanı Prof. Dr. Murat Sungur 43, “Yoğun bakımda hastanın bir kolundan Azrail, bir kolundan biz çekiyoruz” diyor. Halen Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Yoğun Bakım Bilim Dalı Başkanlığı görevini sürdüren Sungur, ABD’den board yeterlilik belgesi bulunan tek yoğun bakım doktoru. Orada bulunduğu sırada NASA’da astronotlara tıbbi destek veren ekibin içinde yer aldı. Geçtiğimiz aylarda ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyareti sırasında da yeterlilik belgesi olduğu için “gerekmesi halinde hazır bulunması” istendi. BEN FİŞİM ÇEKİLSİN İSTERİMBitkisel hayatın ve beyin ölümünün kriterleri belli. Uzmanlar zaten bu teşhisi koyar. Kişiler “Yaşamımı böyle de olsa devam ettirmek istiyorum” diye vasiyet etmemişse bence bu hastanın tedavisi kesilmeli. Bunun adı pasif ötanazi belki ama benim kişisel fikrim bu. Türkiye’de yasalar buna izin vermiyor. Hastalar aylarca, yıllarca bitkisel hayatta yaşatılıyor. Ben beyin ölümü veya bitkisel hayata girmem halinde makinelere bağlı yaşatılmak istemem doğrusu. Beyin ölümü, hastanın ölmesi demek aslında. Beyne giden kan akımı duruyor. Genellikle 24 saatte diğer organlar da ölür. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın en fazla 7-10 gün daha yaşayabilir. Bitkisel hayatta ise beyne kan gitmeye devam eder. Hatta hasta kollarını, bacaklarını, gözlerini açabilir. Ama kesinlikle algılamaz. Zaman zaman rastlanan, “Şu kadar yıl sonra uyandı” haberleri gerçekdışı. Bitkisel hayattan uyanan hasta hiç görmedim, gören de olmamıştır. Ancak bazı nörolojik sendromlara bağlı olarak uzun süre bitkisel hayat benzeri tabloya giren hastalar daha sonra uyanabilir. 6 haftanın üzerinde bitkisel hayatta olan, yani kronik bitkisel hayattaki hasta BİZİM İÇİN DE ÇOK SARSICIYoğun bakımda ölümün kıyısında dolaşan hastalar yatar. Burada çalışanlar, yoğun bakım uzmanları kontrolü seven insanlar. Yoğun bakımda çalışmaya alışan, başka yerlerde kolay kolay çalışamaz. Çünkü her şey kontrollü. Hastanın bütün göstergeleri monitörlerle izleniyor. Hiçbir şeyi rastlantıya bırakmazsınız. Hastanın bir kolundan Azrail çekiyor, bir kolundan biz. Hayatta tutmayı başarmanın tatmin duygusu inanılmaz. Ölümse bizim için de çok sarsıcı, ruhumuzdan bir şeyler alır götürür... ÖNCE BEYİN GELİR Öncelik sırasını neye verdiğiniz önemli. Bazen hastaya öyle bir işlem yapılacaktır ki bir organ için faydalı olacak ama öbür organlar zarar görecektir. Biz her zaman öncelikle beyni koruruz. Beyni korumak için gerekirse böbreği gözden çıkarabilirim. Sonra kalp ve akciğer gelir. Kalp inanılmayacak kadar güçlü bir organ. Hayranım gücüne. Bazen hasta 120 nabızla bir hafta yaşıyor. Bu nabız, egzersiz yaparken iyice yorulduğunuzda ulaştığınız nabızdır. Bir hafta böyle koştuğunuzu düşünün! Buna dayanabiliyor. Bize en fazla sorun yaratan organsa akciğer. Çok narin bir organ. Akciğerden sonra ikinci nazlı organımız böbrek. Hemen yorulur. Bir ilaç verirsiniz yan etki olarak böbrekten çıkar, başka bir organdaki sıkıntı hemen kendini böbrekte gösterir. ÖLÜYÜ CİHAZLARLA YAŞATABİLİRİZ Yoğun bakım ünitesinde kullandığımız cihazlar mucize gerçekten. Onlar olmadan hiçbir şey yapamayız. Ancak aynı zamanda çok tehlikeliler. Kullanmayı bilmezseniz, hastayı öldürebilir. Yanlış bir tercih, birkaç dakikada hastayı kaybetmenize yol açabilir. Aletlerle suni solunum yapabiliyoruz. Böbrek için yine yoğun bakıma özel diyaliz makineleri var. Suni karaciğer makineleriyle nakil için hastaya zaman kazandırmamız mümkün. Yetersiz kalbi destekleyecek aort pompamız var. Bütün bu aletlerle hastayı, hatta ölüyü uzun süre yaşatabiliriz. Ölen, ancak karnındaki bebeği doğabilsin diye yoğun bakımda tutulan anneleri hatırlarsınız. İFLAS EDEN ORGANLAR NASIL DÖNÜYOR Yoğun bakımdaki hastaların önemli bir kısmı için ciddi ilaç tedavileri yok. Peki ne oluyor da hastayı terk eden organ geri dönüyor? Bıçakla kesildikten sonra nasıl hücreler geliyor ve cildimiz iyileşiyorsa aynı şey organlarda da oluyor. Organları ölen veya fonksiyon görmeyen hücreleri yeniden toparlanana kadar cihazlarla hayatta tutup, zaman kazandırıyoruz. Bazı durumlarda hastanın ölmesine izin vermezseniz organlar kendiliğinden iyileşir. Bu çok ilginç, tamamen hücre yenilenmesiyle ilgili bir BURADA DA ETKİLİYoğun bakım hastalarının ölüm riskiyle cinsiyet arasında ilişki var mı diye araştırıldı. Ancak iki cins arasında bir fark saptanmadı. Buna karşılık genetiğin ve yaşın rolü büyük. Son 10 yıldır genetiğin üzerinde çok duruluyor. YOĞUN BAKIMDA EN ÇOK ENFEKSİYON ÖLDÜRÜYORYoğun bakımda yatan hastalara çok fazla müdahale yapılıyor ve yoğun antibiyotik kullanılıyor. Tabii enfeksiyonlu hasta da geliyor. Zamanla yoğun bakımlarda mikroorganizma ortamı oluşuyor. Antibiyotik kullanıldığı için bunlar çok dirençli ve çoğu kez başka yerde bulunmayan mikroplar. Dolayısıyla yeni gelen hastanın enfeksiyonu alma riski yüksek. Enfeksiyona bağlı organ yetmezliği, ardından da ölüm gerçekleşebiliyor. EN ÇOK AMELİYAT SONRASI HASTALARI GELİYOR Yoğun bakımlara en çok ameliyat sonrası hastaları geliyor. Çok yaşlı hastalara, çok büyük ameliyatlar yapılıyor. Bu hastaların tansiyon ve nabızlarının tekrar düzene konulması lazım. Trafik kazaları vakaları da sık olur. Sepsis, yani çok ciddi ve bütün vücudu etkileyen ağır enfeksiyonlar ile solunum yetmezliği şikayeti olanlar da diğer hastalarımızı oluşturuyor. YOĞUN BAKIMA GELEN HASTA KONUŞMAZ Bizim hastalarımız farklıdır. Örneğin koroner yoğun bakım üniteleri gibi değil. Orada yoğun bakım hastaları oturur, yemek yer, sohbet edebilir durumda. Bizim ünitemize bırakın sohbeti, konuşabilen hasta gelmez. Konuşabilecek duruma geldiğinde zaten servise çıkabilir demek. BABASINA VERDİĞİ SÖZÜ TUTTU ABD Board yeterlilik sınavı belgeli tek yoğun bakım uzmanı Prof. Dr. Murat Sungur, Kayseri’de doğdu, büyüdü ve üniversiteyi okudu. Marmara Tıp Fakültesi’nde iç hastalıkları ihtisası aldı. Bir hocasının yönlendirmesiyle yoğun bakıma ağırlık verdi. İki yıl sonra şimdiki fakültesine geri döndü. Kendini kanıtlama isteği vardı, bir süre sonra yine ABD’de çalışmak istedi. Bu kez öğretim üyesi olarak gitti ve 4 yıl kaldı. Babasına Kayseri’ye dönme sözü vermişti. Döndü ama oradaki meslektaşlarıyla akademik çalışmaları sürüyor. Hiç şüphesiz hepiniz bu başlığı gördüğünüz zaman aklınıza direkt dünya edebiyatının en usta isimlerinden olan Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” kitabı geliyordur. Yine eminim ki hepiniz bu eseri üniversite yıllarında veya lise dönemlerinizin son senelerinde okumuşsunuzdur. Ben de bu yazımda dünya klasiklerinin en ince ama en etkileyici eserlerinden biri olan bu kitap hakkında yazacağım. Korkmayın, niyetim bu eserin özetini çıkarmak ya da betimlemeleri üzerinden Tolstoy’u eleştirmek değil. Ben bu yazımda daha çok bu kitap üzerinden belli başlı değerlendirmeler yaparak Tolstoy’un bu kitap üzerinden tüm zamanlara verdiği mesajı ifade etmeye çalışacağım. Başlangıçta Tolstoy hakkında genel birkaç bilgi verip daha sonra belki kitabı unutmuş olabilirsiniz diye kitap ile ilgili bazı hatırlatmalar yapacağım. Sonrasında kitabın ana fikri üzerinden hareketle Tolstoy’un bize verdiği mesajı anlatmaya çalışacağım. Yazıdaki amacım bir hikaye üzerinden yaşadığımız anı yani bugünü sorgulamak ve bugün yaşadığımız yerde biz nasıl bir hayat yaşıyoruz, insan olmanın gerekliliğini yerine getiriyor muyuz sorularına bu hikaye üzerinden cevap vermek. Bir yazarın gördüklerini, analizlerini, tespitlerini anlatmasının en iyi yöntemi hikaye ve roman yazmasıdır. Yazdıkları ile yaşadığı toplumun bugününü, geleceğini, insanlarını, ailelerini, kurumlarını vb. gibi şeylerini eserlerinde ifade ederler. Bundan dolayı bir hikayeyi veya romanı anlayabilmek için ilk başta yazarını tanımamız gerekir. Lev Tolstoy, zengin bir ailenin çocuğu olarak Rusya’da dünyaya geldi. Fakat küçük yaşta önce annesini daha sonra babasını kaybetti ve akrabaları ile birlikte büyüdü. Çocukluğundan itibaren çok fazla okuyan ve araştıran Tolstoy genç yaşta Fransızca öğrendi. Bununla beraber gençlik yıllarında çok fazla Voltaire ve okudu ve fikir dünyasının gelişmesinde bu iki büyük isim Tolstoy’a çok fazla etki etti. Ayrıca Tolstoy Rus ordusuna da katıldı ve Kafkasya’ya gitti. Kafkasya’da köylü insanların yoksulluk içindeki yaşamlarından çok fazla etkilendi. 1854 yılında Kırım Savaşı’na subay olarak katılan Tolstoy orada da köylü insanların yaşamlarına dair pek çok gözlemde bulunmuştu. Savaşın ardından ordudan ayrılan Lev Tolstoy, 34 yaşında evlendi ve bu evliliğinden 13 çocuğu oldu fakat çocuklarının 3 tanesini henüz bebekken, 1 tanesini 5 bir tanesini ise 7 yaşındayken kaybetti. Yaşadığı tüm tecrübeler ve fikir dünyasından dolayı Tolstoy Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu dolayısıyla kendini çok fazla üzüyordu. Bundan dolayı Tolstoy tüm varlığını köylülere bağışladı ve kendisi de köylülerin yaşadığı gibi yoksul ve sıkıntılı bir yaşam sürmeye başladı. Aldığı elbise yırtılsa da kendisi dikiyor yenisini almıyor, belirli oranda harcama yapabiliyordu ama tüm bu süreçte asla yazmaktan vazgeçmiyordu ve dünya üzerindeki herkesin tanıdığı yazarlardan biri olarak tarihe geçti. Lev Tolstoy’un hayatından verdiğimiz bazı kesitler onun romanlarındaki konuları, fikir dünyasını çok fazla etkilemiş durumlardır. İnsan Ne İle Yaşar kitabında da hatırlayacak olursanız yukarıda anlattığım bazı durumlara benzer örnekler bulabilirsiniz. Tüm yazdıklarında yaşamından bir parça olan Tolstoy’un en güzel eserlerinden biri olan İnsan Ne İle Yaşar, 125 sayfalık ve içerisinde 4 farklı hikayeyi barındıran bir kitaptır. Yani kitapta İnsan Ne ile Yaşar, Üç Soru, İnsana Ne Kadar Toprak Lazım ve Tek Bir Kıvılcım Tüm Evi Kül Eder olmak üzere birbirinden farklı 4 hikaye vardır ve kitap ismini ilk hikayeden alır. Ben de bu yazımda diğer üç hikayeye değinmeden İnsan Ne İle Yaşar üzerinden anafikiri ortaya koyacağım. Bildiğiniz gibi kitabın ana karakteri Simon, fakir bir ayakkabıcıdır. Geçimini kendi diktiği ayakkabıları satarak sağlar. Fakat küçük bir kasabada bu işi yaptığı için hem çok fazla satış yapamaz hem de fakir bir kasaba olduğu için genellikle kimse parasını veremez. Kasabadaki diğer esnaflar veresiyeye müsaade etmezken Simon iyiliksever bir insan olduğu için bu duruma göz yumar ve insanların ayakkabısız kalmasını istemez. Hatırlayacak olursanız diğer bir karakterimiz ise Simon’un eşi Martyona’dır. Özünde o da çok iyi kalpli ve yardımsever bir insandır fakat yaşadığı zor ve fakir hayattan dolayı eşine durumdan çok fazla şikayet etmektedir. Tabi şikayet etse de tek bir paltoyu sırayla giyerek tüm bir kışı bu şekilde geçirecek kadar fedakarlardır. Diğer bir karakterimiz ise Allah tarafından cezalandırılıp dünyaya gönderilen Micheal. Hikayenin olay kurgusu ise; Simon’nun kışlık mont almak için dışarı çıkması ve mont almaya parası yetmeyince tekrar eve dönerken de bir türbenin önünde kıyafetsiz bir şekilde yerde oturan Micheal’ı görünce başlar. İlk başta bir yan kesici olabilceğini düşünüp yoluna devam eder fakat bu durumu kabullenemez ve “Sanki yankesicinin çalacağı kadar param mı var” diyip Micheal’a yardım etmek için geri döner ve böylelikle hikayemiz başlar. Ve Simon, Micheal’a yardım etmek için onu alıp eve götürür fakat Micheal’ın Allah tarafından cezalandırılıp dünyaya gönderilmiş bir melek olduğundan habersizdir. Simon’un eve Micheal ile geldiğini göre Martyona ise şok olur ve evde zor geçinecekken Micheal’a nasıl bakacaklarını düşünür. Fakat yukarıda da söylediğim gibi Martyona bunu düşünse de iyi kalpli biridir ve ekmeğini Micheal ile paylaşır. Daha sonra Simon, Micheal’ı yanında işe başlatır ve mesleği öğretir böylelikle Micheal çok iyi bir ayakkabı ustası olur ve namı tüm kasabaya yayılır hatta kasabayı dahil aşar. Birlikte bir yılı geçiren bu iki kahramanımız tüm işleri birlikte yapmaya başlar. Ve bir gün bir zengin çıkagelir ve bir ayakkabı siparişi verir. Fakat Micheal bu adama ayakkabı yapmak yerine terlik yapar fakat Simon bu meseleyi hiç anlamamıştır. Ve bir gün siparişi veren adamın yardımcısı dükkana gelir adamın öldüğünü ayakkabıya gerek kalmadığa hafif bir terlik ihtiyaçları olduğunu söyler. Zaten Micheal bu durumu anladığı için ayakkabı yerine terlik yapmıştır. Simon bu duruma çok şaşırmıştır fakat hiçbir şekilde anlamlandıramamıştır. Simon bu durumu Micheal ile altı yıl sonra yaşadığı bir olay sonrası anlamlandırır. Bu olay ise dükkanlarına 3 çocuk için ayakkabı yaptırmaya gelen kadın ile yaşanır. Micheal zamanında bu üç çocuğun annesinin canını alması için görevlendirilmiş fakat yapamadan geri gelmiş ve bundan sonra Allah tarafından cezalandırılıp üç sorunun cevabını bulması için dünyaya gönderilmiştir. Hatırlarsanız, çocukların annesi ve babası öldürülüyor dükkana gelen kadın çocukaların öz annnesi değil onlara bakan kadın İşte Simon da bunu dükkana 3 çocukla beraber gelen kadından sonra Micheal’ın anlatması ile öğrenmiştir. Yazımın başında söylemiştim bu yazıdaki amacım kitap özeti yapmak değil bundan dolayı kitapla ilgili bazı yerlerin hatırlanması için hikaye ile ilgili bazı durumları yeniden anlattım. Şimdi gelelim yazımızın asıl kısmına. Micheal’ın cevabını bulması gereken üç soru neydi, bunların cevapları nelerdi ve Tolstoy bize bu sorular ve cevaplar ile nasıl bir mesaj vermek istiyordu? Toltsoy’un kurguladığı bu hikaye üzerinden sorduğu ilk soru “İnsan içinde ne barındırır?”. Sorunun cevabını ise “Merhamet” olarak veriyor Tolstoy. Tolstoy’un hayatından bahsederken hatırlarsanız ordudaki hayatında ve ordu sonrası hayatında hep çevresindeki köylü insanların zor durumlarını, yoksulluklarını düşündüğünü ve onlar için üzüldüğünü söylemiştik. Çünkü Tolstoy içinde merhamet barındırıyordu. Ve biliyordu ki merhamet görenin de göstrenin de kalbini ısıtır. Tolstoy ise tüm hayatında kalbini ısıtmak istiyordu. Bu hikayedeki ikinci soru ise “İnsana neyin verilmediği”dir . Sorunun cevabı ise insana kendi ihtiyaçlarının bilgisinin verilmediğidir. Tolstoy yine kendi hayatından yola çıkıp hem soruyu sormuş hem de cevabı vermiş. Öyle ki hatırlarsanız Tolstoy tüm varlığını yaşadığı yerdeki köylülere dağıtıyor ve onlar gibi hayat yaşyor. İlk soru ile birlikte bu soruyu düşündüğümüzde Tolstoy ilk başta köylülerin durumunu görüp onlara merhamet etmişti ikinci soruda ise ihtiyacının çok ötesinde yaşadığını farkedip merhamaet ettiği köylülere tüm varlığını dağıtmıştı, yani kalbindeki duygularını yaşamına dökmüştü . Aynı Albert Camus’un “Merhamet faydasız olunca insan ondan bıkar usanır.” dediği gibi Tolstoy merhametinden bıkıp usanmamak için bunu yapmıştı. Peki biz bu soruya sadece Tolstoy’un sorusu ve cevaba da sadece Tolstoy’un cevabı olarak mı bakmalıyız? Bence hiç süphe yok ki Tolstoy sadece kendisi için değil de tüm insanlık için bu soruyu sormuş ve cevaplamıştır. Sizce öyle değil mi ? Bugün yaşadığımız dünyaya baktığımızda insanların ihtiyaç kavramına verdikleri anlamlara bir bakalım. Rahatlıkla şunu göreceğiz ki ihtiyaca verilen anlam kendinden daha kötüsüne bakmak yerine daha iyisine bakıp çok daha fazlasını isteme üzere tanımlı. Ve yine dikkat ederseniz insanlar tanımladıkları bu ihtiyaç kavramının hiçbir zaman karşılayamamışlar ve bu durum onları hep mutsuz etmiştir. Burdan hareketle Tolstoy gibi tüm varlığımızı insanalara dağıtalım demiyorum ama ihtiyaç kavramına verdiğimiz anlamı her birimizin ayrı ayrı düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Haklı olarak yazdıklarımdan hareketle şunu sorabilirsiniz; insanlar mutlu olmak için tanımladıkları ihtiyaç kavramını yeniden tanımlarlarsa daha azıyla nasıl mutlu olacaklar? Bence bu soruyu sizden önce Tolstoy soruyor ve cevaplıyor. Hikayedeki üçüncü soru “İnsan ne ile yaşar? “ sorunun cevabı ise en az soru kadar harika “sevgi”. Şimdi üçüncü sorumuz ve cevabımızla diğer iki soruyu ve cevabı birleştirirsek, Tolstoy ilk başta çevresindeki köylülerin yaşamlarını görüp onlara merhamet etmişti daha sonra, ihtiyaçlarını tanımlamış ve fazla olan tüm varlıklarını dağıtmıştı. Peki geriye yaşaması için ne kalmıştı? Tolsoy’un yaşaması için geriye kalan yaşama, insana, merhamete ve en önemlisi yazmaya olan sevgisi kalmıştır. Artık Tolstoy yaşarsa sevgisi ile yaşardı ve hayatına baktığımızda da öyle olduğunu çok rahatlıkla görürüz. Peki biz bugün ne ile yaşıyor, niçin yaşıyoruz? Hayatımızın merkezinde ne var? Bizleri yaşama bağlayan ve bize yaşamak için umut veren şey ne? Bu soruların herkes için farklı farklı yanıtlar var, ben tek tek bu yanıtları vermeyeceğim ama şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki bu soruların herhangi birine sevgi cevabını verebilecek insan sayısı çok sınırlı. Bu üç soru üzerinden Tolstoy’un tüm insanlığa vermek istediği mesajı yani hikayenin anafikirini anlatıp yazımızı bitirelim. Tolstoy her şeyden önce bize insan olmanın ne demek olduğunu ve insanca yaşamanın ne anlama geldiğini anlatıyor. İnsanın özünü yani içindeki sevgi ve merhamet duygusunu anlatıyor. Yaşadığımız hayatta herkesin hırslarını, sabırsızlığını, doyumsuzluğunu bir kenara bırakıp insan olmanın gerekliliklerini yerine getirip dünya hayatında erdemli bir insan olmak için çabalamamız gerektiğini anlatıyor. Peki biz bunların neresindeyiz? Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar kelimesi analizi bilgileri aşağıdaki gibidir. Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar Kelimesi Analizi Anahtar Kelime Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar Sıralama Zorluğu 0 Aylık Aranma Hacmi 100 Tık Başı MaliyetUSD Sorgu Başı Tıklama Global Kelime Hacmi 100 Aylık Max Trafik Potansiyeli 700 Son Güncellenme Tarihi 2022-05-07 070542 Serp Özellikleri Üst Haberler,Videolar,Küçük Resimler Webden Sonuçlar Wikipedia Sorgusu , Anahtar Kelime Sıralama Zorluğu Aylık Aranma Hacmi Tık Başı MaliyetUSD Sorgu Başı Tıklama Global Kelime Hacmi Aylık Max Trafik Potansiyeli Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar 0 100 100 700 Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar Kelimesi Sıkça Sorulan Sorular Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar kelimesi aylık kaç kere aratılmaktadır? Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar kelimesi aylık 100 kez aratılmaktadır. Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar kelimesi tık başı maliyeti nedir? Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar kelimesi tık başı maliyeti ortalama usd’dir. Makineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar Kelimesi AnaliziMakineye Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar Kelimesi Sıkça Sorulan SorularYoğun Bakımda Solunum Cihazına Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar Yoğun Bakımda Solunum Cihazına Bağlı Hasta Ne Kadar…Solunum Cihazına Bağlı Bilinci Kapalı Hasta Ne Kadar Yaşar Solunum Cihazına Bağlı Bilinci Kapalı Hasta Ne Kadar…Solunum Cihazına Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar Solunum Cihazına Bağlı Hasta Ne Kadar Yaşar kelimesi…Kalp Pili Takılan Hasta Ne Kadar Yaşar Kalp Pili Takılan Hasta Ne Kadar Yaşar kelimesi… Hastanın yalnızca kalbinin attığı Beyin Ölümü Gerçekleşen Hasta Kaç Gün Yaşar? diye sorarsak, bunun tüm beyin ve beyin sapı fonksiyonlarının geri dönüşsüz olarak kaybedilmesi olarak açıklayabiliriz. Beyin ölümünde yalnızca hastadan kalp ve nabız atımları alınabilir. Hasta makinaya bağlanır ve hiçbir yaşam belirtisi olmaz. Solunum bitkisel hayatta devam eder. Makinanın fişi çekilinceye kadar hasta yaşamaya devam edebilir. Bu süre bazen çok uzun da olabilir, çok kısa da olabilir. Dolayısıyla beyin ölümü gerçekleşen hasta kaç gün yaşar? beyin ölümü gerçekleşen hasta ne kadar yaşar? sorusuna kesin ve net bir cevap vermek mümkün değildir. Beyin Ölümü Nasıl Gerçekleşir? Kafa içerisindeki damar patolojileriyle, damar yumağının patlamasıyla, beyne giden kanın birden kesilmesiyle ya da bir kaza sonucu beyin ölümü oluşabilir. Burada gerçekleşen beyin ölümü nedir? dersek, beynin tamamen fonksiyonlarını kaybetmesi diyebiliriz. Çünkü beyin ve beyin sapı fonksiyonlarını yerine getiremediği için, beyin dokularında hiçbir canlılık yoktur. Beynin fonksiyonunu gösteren reflekslere bakıldığında, beyin ölümünün gerçekleşip gerçekleşmediği anlaşılabilir. Göze bir şey dokunduğunda gözün kırpılması, kulağa bir şey sokulduğunda kişinin reaksiyon vermesi, ayakaltı uyarıldığında ayağın çekilmesi, birer reflekstir. Bu refleksler, sinir ağının çalıştığını göstermektedir. Bu reflekslerden hiçbiri yoksa sinir ağı çalışmıyor demektir. Beyin santralinde artık hiçbir aktivite gerçekleşmemektedir. Bu, beyin ölümünün gerçekleştiğini açıklayan bir bulgudur. Elektroansefalografi denilen işlem gerçekleştiğinde, herhangi bir aktivite görüntülenmemektedir. Beyin Ölümü İle Bitkisel Hayat Arasındaki Fark Nedir? Çoğu zaman beyin ölümü ile bitkisel hayat durumu karıştırılmaktadır. Beyin ölümü, beynin fonksiyonları yerine getirememesi iken; bitkisel hayat, beynin üst merkezi, yani düşünme, bilinç ve hareket etme merkezinin hasarıyla oluşan bir tablodur. Hasta bitkisel hayatta solunumunu kendisi yerine getirebilmektedir. İç organları çalışır haldedir. Bilinçsiz olarak gözünü bile açabilir. Sadece hareket edemez. Ancak bitkisel hayattaki hastalarda milyonda bir bile olsa, hastanın geri dönme olasılığı vardır. Haberlerde gördüğümüz uzun yıllar bitkisel hayatta kaldıktan sonra hayata döndü haberleri de bu durumlara örnektir. Fakat beyin ölümü gerçekleştiyse; beyin ölümünde geri dönüş söz konusu değildir. Beyin ölümü gerçekleşen hasta ne kadar yaşar? Hatta bu durumda tahminen bile beyin ölümü gerçekleşen hasta kaç gün yaşar? beyin ölümü gerçekleşen hasta ne kadar yaşar? bilinemez. Hasta makinaya bağlıdır ve bağlı olduğu makineler sayesinde solunum ve diğer fonksiyonları hayatta tutulur. Türkiye’deki yasalar, ailenin izni olmadan makinanın fişinin çekilmesine izin vermemektedir. Bu durumda ya ailenin rızası ile makinanın fişi çekilir veya beyin ölümü gerçekleşen kişinin yaşamının makineye bağlı olarak yaşayacağı süreç beklenir. Herhangi bir rahatsızlığının bulunmaması, beyin ölümü gerçekleşen kişilerin yaşama süresini etkileyebilir. Beyin ölümü gerçekleşenler ya da bitkisel hayata girenler, yoğun bakım servislerinde tedavi görmektedir. Beyin Ölümü Gerçekleşen Hasta Kaç Gün Yaşar?Beyin Ölümü Nasıl Gerçekleşir?Beyin Ölümü İle Bitkisel Hayat Arasındaki Fark Nedir?Beyin ölümü gerçekleşen hasta ne kadar yaşar?

makinaya bagli insan ne kadar yasar